Kültürel

Âb-ı Leziz

0

Suyun âb-ı leziz olsun.

Hadi gelin bugün romantik bir hayal kuralım. Sizinle birlikte, biletsiz bir yolculuğa çıkalım. Kemerleri bağlayın, gözlerinizi yumun. Hayal edin. Gözleri yumarsak yazıyı nasıl okuyacağız? O da doğru. O zaman hem okuyun hem hayal edin.

Dağın başında, bir çınar ağacı. Ağacın yanında bir küçük çoban çeşmesi. Etrafında salınan otlar. Gözün alabildiğine uzanan sarı dağ çiçekleri. Hafiften ılık bir bahar yeli içinizi serinletiyor. Berrak suyun üstüne, ağacın dallarından aşağıya bir yaprak süzülüyor. Yaprağın düşüşü ile akan suda hare hare dalgalar oluşuyor. Suyun döküldüğü yerde minik bir havuz oluşmuş. Minik havuzdan incecikten bir su sızıyor etrafa. Suya bakınca ayna misali kendinizi görüyorsunuz. Şöyle bir saçınızı düzeltiyorsunuz. Kravatınızı toparlıyorsunuz. Avucunuza aldığınız suyu yüzünüze çarpıyorsunuz. Buz gibi su ile irkiliyorsunuz. Derin bir nefes alıyorsunuz. Bir yudumla içiniz serinliyor. Kuş sesleri su sesine karışmış. Ruhunuzu bir huzur sardı sarmaladı değil mi? Yazarken bende de aynı huzur oldu.

Derken suyun üstünde yüzen pet şişeler, atık mendiller, kullan at ambalajlar, kırık gazoz şişeleri vs. vs. Birden suyun rengi de değişti. Aman Ya Rabbi! Hayalimiz dumura uğradı şimdi. Yolculuk nereyeydi ya hu? Biz nereye gidiyorduk. Yanlış yola saptık galiba.

Biz ki; suyu leziz, ekmeği aziz bilen ümmetiz. Dualarımıza bile girmiş. Hatırlı büyüklerimiz, küçüklere dua edeceği zaman; “suyun âb-ı leziz, ekmeğin nan-ı aziz olsun” diye dua edermiş.

Babaannem mutfakta yemek yaparken, tezgahın kenarından onu izlemek en ciddi mesleklerimden birisiydi. Maaşım yoktu ama zevkim vardı. Musluğun altında mavi bir leğen hep olur, yeşillikleri o leğende yıkardı. Yıkadığı suyu da bir güzel dökerdi. Ama bahçeye, saksıya, ağaç dibine.
80 yaşına kadar bu rutin böyle devam etti.

Annem, babaannemden bayrağı devraldığında işi daha ileriye taşıyıp, babaannemi sollamış, tur bindirmişti bile. Hatta o, Altın Portakal en kanaatkâr kadın ödülüne layık görüldü. Aramızda kalsın, biz varız diye maalesef törene gidemedi. Kimsenin haberi yok. Belki o dönemin çocukları bilir. Annem, çamaşır makinası son durulamaya geçtiği anda makinanın başını bekler, gider borusunu çıkarıp küvete doldurur, foşur foşur banyo, balkon yıkamalık yeri geldiğinde paspas, kilim, yolluk fırçalamalık su biriktirirdi. Paspas, kilim, yolluk demişken; biz çocuk tayfasına bu işten bol köpüklü malzeme çıkardı. Emir ve görüşlerinize hazırız kaptan! Fırçalar fora!

Haftada bir gün resmî çamaşır günü ilan edilir ve o gün evde seferberlik başlatılırdı. Bir kalıp beyaz sabun, bir şişe arap sabunu neyimize yetmiyor. Kesinlikle çıkaramadığı lekeyi bilmem. Öyle deli divane yok derz temizleyicisiymiş, yok yağ sökücüsüymüş, yok parlatıcısıymış, yok efendim ne bileyim nesiymişmişi mi vardı? 100 gramı her derde deva canavar sodası vardı. Bayram yerinde baharatçılarda satılan. Şimdikinin çamaşır sodası dedikleri.

Dedem rahmetli, abdest alacağı zaman şarıl şarıl suyu aç, foşur foşur suyu akıt bilmezdi. Bir, bilemedin iki maşrapa ile abdest alırdı.

Suyumuz da kıymetliydi zamanımız gibi. Bu kadar suyumuz azalmışken ve gereksiz deterjanlarla kirletmişken, yolculuk nereye hemşerim?
Galiba bu noktada kaseti başa sarmamız gerekiyor ki ışınlanma zamanını görebilelim. İleriye gidebilmemiz için hor kullandığımız suyumuzdan özür dileyelim. Kanaat tükenmez bir membaayken biz onu nasıl tüketmeyi başardık bunu sorgulayalım. Hadi gelin, kanaat kelimesine hayatımızda tekrar yer açalım. Sonra kanaatimizle gidelim gideceğimiz güzel diyarlara.

Yılan yılan iken toprağı kanaatle yalar.

Rukiye Ersoy
Her şey hikayeyken bizde kendi hikayemizin peşine düşmüş bir yolcuyuz.

Fethin Kapısı Diyarbekir I

Önceki içerik

Medeniyet Ağacı: Zeytin

Sonraki içerik

Yorumlar

Yorum Yaz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir