“Kur’an’dan indirdiklerimiz, mü’minler için şifadır, rahmettir. Zalimlerin ise yalnızca hüsranını arttırır.” (İsra Suresi, 17/82)
“Ariflerin nurları, sözlerinin önlerindedir.” (Hikem-i Atâiyye, 183. Hikmet)
Ariflerin nurları sözlerini geçmiştir. Onların sözleri hikmet saçan güzellikte olsalar da nurları, bunun üzerindedir, şeklinde anlaşılabilir.
Kul, hikmet ehli bir insan-ı kâmili dinlemeye, gafletten uyanmaya, ondan feyiz almaya niyet ettiğinde bu iki kişi arasında bir irtibat başlar. Birbirini seven insanların arasında ruhî bir irtibatın var olması gibi kâmil insanlarla ruhen irtibatlı olmak da Hak’tandır. Niyet etmek o kapıya müracaat etmektir. Allah için sevmeyi ve yaşamayı şiâr edinmiş olan mürşid-i kâmil bu müracaattan haberdar olur ve ruhen ettiği nazar, kişiye niyetiyle birlikte erişir. Nuru, sözünün önüne geçmiş olur.
Kişinin bu feyizden nasipdar olabilmesi için istiğfarla, rıza-i ilahiyi niyet ederek; önyargılardan, benlikten sıyrılarak sohbet meclisine iştirak etmesi zarurîdir. Böyle meclislerde sözlerden ziyade hallerin sirayeti ön plandadır. Kişi halini düzene koymaya gayret ettikçe anlaşılmaz olan sözler kendisine anlaşılır hale gelir. Bunun için ilk şart doğru bir niyet ile meclise dahil olmaktır. Sadece kulağı açmak kâfi gelmez, kalbi de bu işe vermek gerekir. Böyle bir zatın kitabını okumak da aynı niyet ve hürmetle olduğunda istifadesi, feyzi ona göre olur. Mevlana’nın Mesnevisi, Atâullah el-İskenderî’nin Hikem-i Atâiyye‘si gibi eserler yüzyıllar geçse de mürşid kitaplardır.
Salât ü selam okuduğumuzda ise Efendimizle irtibata geçmiş oluruz. Hadisle sabittir ki Resulü Ekrem; kendisine salatü selam edildiğinde, bu salavat ile yaratılan bir melek vasıtasıyla, cuma günleriyse vasıtasız olarak bizatihi o kişiden haberdardır. Bize lazım olan ise en azından buna inanarak okumaktır.
Her söz ağızdan çıkarken kalpten de bir kisve (bir elbise) giyinerek çıkar diyor Ataullah el İskenderi. O kişi söylediği sözün ne kadar farkındaysa, o söz kalbinde ve hayatında ne kadar yansıdıysa tesiri de o nispette olur.
Bildiğiniz gibi dil, kalbin tercümanıdır. Kişi konuşmasından anlaşılır. İmam Malik’le ilgili bir bilgiyi burada hatırlamak güzel olur:
İmam Malik Hazretleri kendisine gelen bir misafir olduğunda ne için geldiğini sordurtur; bir mesele soracaksa bekletmez fakat eğer hadis sormak için gelmişse ikram ile bir müddet bekletir, o sırada hadis konuşacağı için hürmeten gusül abdesti alır, en güzel elbisesini giyer, en pahalı kokusunu sürünür, özel kürsüsüne oturur, o şekilde dinler ve konuşurmuş. Bu şekilde muhabbet ve hürmet eden bir ağızdan çıkan sözün giydiği kisve, uyandırdığı tesir de muhakkak ona göredir.
Kalpteki niyet doğru olmazsa, konuşulan söz doğru bile olsa çoğu kez faydasız olur. Bunun en bariz örneğini de Münafikûn suresinde görürüz: “Ey Muhammed! Münafıklar sana geldiklerinde, “Senin, Allah’ın peygamberi olduğuna şahitlik ederiz” derler. Allah senin, elbette kendisinin peygamberi olduğunu biliyor. (Fakat) Allah o münafıkların hiç şüphesiz yalancılar olduklarına şahitlik eder.” (Münafıkun, 63/1)
Özetleyecek olursak diyebiliriz ki; bir arifi Allah için dinlemeye rağbet eden kişiye evvela nuru erişir. Sohbeti dinlediğinde ise, o zatın hikmet dolu kalbinden bir kisve(elbise) giyinerek çıkan sözler gelir ve nurlu kalplere tesir eder. Herkesin kalbinde, yaratılışında nur vardır fakat kimi insan bu nuru; tevbe, iyilik ve ibadetle parlatmış; kimi de benlik, günah ve kötü algısıyla karartmıştır.
Bediüzzaman’ın benzetmesiyle; ancak güneşe karşı direnip, gözünü kapatıp, alemi kendine karartan kişi için bu bir mahrumiyettir. Ariflerin sözleri mümin kalpler için şifaya, Allah ve Resulüne yakınlığa vesile olurken, bu nurdan mahrum olanların ancak inkârını arttırır.
Yorumlar