Ayakkabılar hakkında bir yazı mı?
Sanırım biri beni ele verdi. Bunca zaman daha mantıklı yatırımlar yapabilecekken değil günlük hayatta, hayatımdaki hiçbir “davette” giyilmeyecek ayakkabılar almıştım. Sermayeyi 39 numara “el” kadar deri ve lastik parçalarına akıtmıştım. Nasıl da uslanmaz bir ayakkabı koleksiyoncusuydum. Aslında koleksiyoner demeyelim çünkü çok severek aldığım bu şeyleri zamanı geldiğinde vermekten hiç imtina etmem. Seti bozar, seriyi bölerim yani. Genel olarak eşyaya uzun süreli bağlanmam. Eşyanın da ömrü var. Kimi sararıp solar, eskir, haber vere vere gider; kimisi “küt diye” içine hicran, aklına ders olur gider.
Ama ya bazıları?
Çok sevdiğim, veremediğim, güzel olan her şey gibi ‘siyah’ botlarım vardı. Dışı da güzel, içi de… Sonbahar gelse de giyinsem diye vakit kolluyorum. Aldığım şehri hatırlatıyor, sanki onları giyindiğimde oraya ışınlanıyorum. Çocukların uyku arkadaşı olur ya, bu da benim yol arkadaşım oldu. Parlattın mı rock kraliçesi, soldu mu maceracı gezgin moduna sokuyor beni. Sağdan soldan da söylüyorlar “Yine mi bu botlar? Seni tanıdığımdan beri bunları giyiniyorsun. Obsesyon nesnesi olmuş olabilir” diye. Hiç aldırış etmiyorum çünkü seviyorum kendilerini.
Her neyse.
Bir gün bir rüya gördüm; çok sevdiğim değerli bir hocama yetişeceğim. O camiden çıkıyor, ben ise ayakkabılarımı arıyorum. Ayakkabı derdinden hocayı kaçırıyorum. Hayda! Oldu mu şimdi? Koşsana Mesnevî’de geçen “Padişah ve Cariye” hikâyesindeki gibi yalın ayak peşinden. Demek ki samimiyetle, aşkla arıyorum dediğin maneviyatı, ayakkabısız çıkılmaz gibisinden kurallarla baltalamayacaksın. Hem ayakkabı dünyalık, manevi âleme dünya tozu istemezler. O yüzden Tur Dağı’nda Hz. Musa’ya “nalınlarını çıkart” diye emretmiyor mu Allah? Neden dünya malı oyaladı beni bu kadar? Rüyada bile bu ayakkabı mevzusu bana ayak bağı olduğuna göre bazı şeyleri değiştirmem gerek dedim.
Söyledim ya, zaten biriktirmeyi sevmem. Bu defa niyetlendim, sevdiğimden vereceğim diyorum. Kıyım yapıyorum yani. Açtım dolabı, tek tek az giyilmiş, hatta hiç gün yüzü görmemiş ayakkabıları atıyorum kutuya, bizimkiyle de göz göze gelmemeye çalışıyorum. Orada duruyor mağrur, cefakar siyah botlarım. Sıra ona gelince uzun uzadıya bir veda yok; hızlıca olsun istiyorum her şey, yoksa karar değiştireceğim. İçim cızlaya cızlaya yerleştiriyorum kutuya, siyah bağcıklarını kakülleriymiş gibi düzeltip ‘hoşçakal’ diyorum.
Teşekkür ederim. Çok sevildin, çok hizmet ettin, çok gün gördük beraber ama senden vazgeçememek beni korkutuyor. Dünyalık her şeyden vazgeçebileceğimi görmem lazım.
Neticede sen artık yoksun ve kimsenin serpûşu da pâpûşu da boş kalmıyor.
Rüyanın içinde buldum kendimi 🙃
Öz ve candan bir rüya ve yazı.. Rehber niteliğinde… Bizle paylaştığınız için teşekkürler… Devamını bekliyoruz
Ben benim siyah botları verebilir miyim bilmiyorum, o kadar çok siyah botum var ki… Bu güzel yazı başucu yazım oldu, açıp açıp okuyacağım. Her okuduğumda bir siyah botumla vedalaşmak ümidiyle.