Sosyal

Birlikte Yaşama Kuralları vol. 15467: Üç Kulhü Bir Elham-I

0

Akşam vakti olunca köyde kapı önü sohbetlerinin ardından el ayak çekilir, herkes evlerine yollanırdı. Gündüz dürülünce gecenin koynuna bırakılan biz çocuklar için bir uyku kuralı elbette ki vardı. Uyku öncesinde akşam eve girerken yıkanmış olan el ayak tekrar yıkanır -tabi buna çitilenmek tabiri daha yerinde olur ama annelerimizin bu tatlı sert hallerini bu yazıya konu etmeyelim- parmak ucunda yatağa girilirdi. Yatağa girer girmez sağımıza dönüp başlardık üç “kulhü” bir “elham” okumaya. Okunanları göçmüşlerimize bağışlatıp peşine uyku duası ilave ettirirlerdi.

Allâhümme eslemtü vechî ileyke, ve fevveztü emrî ileyke ve elce’tü zahrî ileyke rağbeten ve rehbeten ileyke. Lâ melcee ve lâ mencâ minke illâ ileyke. Allâhümme âmentü bi-kitâbikellezî enzelte ve bi-nebiyyikellezî erselte. Allâhümme bismike emûtü ve ahyâ. Bismike Rabbî, vaza’tü cenbî ve bike erfauhû, ve in emsekte nefsî ferhamhâ ve in erseltehâ fahfazhâ bimâ tahfazû bihî ibâdeke’s-sâlihîn.

İşte böylece uykuya dalardık. Uyku bize gaflet olarak anlatılmamıştı. Şimdilerde anlamaya başlıyorum ki bunun sebebi büyüklerimin uykunun bedene gayret ve azmi vermesi için ayrılmış bir istirahat vakti olduğuna inanmaları; bu fiili kıvamında tutmalarıydı. Uyanıklık hali gibi uyku hali de beden için gerekli görülüyordu. Uykuda görülen rüyalar da kişilerin günlük meşguliyetlerinin ötesinde daha aşkın halleri içermesi bakımından her zaman için kıymetliydi. Onlar için uyku, bize zindelik vermesi ve hayat muhasebesi sağlaması açısından hayat döngüsü içerisinde itminansızlığa ve gaflete sebep olmuyordu.

Ancak seküler kültür ve kapitalizmin baskın olduğu evrede uykular uykusuzluklarla çevrili olduğu için günlük hayatımızda uykunun zindeliğinden uzaklaşıp onu kendi kendimizle kavga ederek hesaplaştığımız bir alana dönüştürüyoruz. Uyuduğumuzda dinlenemiyoruz çünkü o vakitte yapmamız gereken, yetiştirmemiz gereken, elde etmemiz gereken pek çok şeyin orta yerinde uykuya dalıyoruz. Uykunun bizim için sebat, itminan hatta bir ibadet olduğu evreden uykunun bizim için bir engel, suçluluk sebebi,  yıpranma ve yetersizlik olarak algılandığı bir evreye geçiyoruz.

Burada uykunun hizmet ettiği yön değişiyor. Günümüzde yüceltilen sürekli ayık olma, kesintisiz bir çaba içerisinde bulunma, hep sonuç elde etme ve dolayısıyla her şeyi kendi kendinde tüketme; her şeye sahip olma, her şeyi bilme ve anlama iddiası bir yerden sonra benliğin sınır tanımayan büyüklük tutkusuyla ilgilidir. Biz bir zamanlar uykuyu şükür vesilesi kılarak onun aracılığıyla bir bakıma Allah’a teveccüh ederken artık uykularımızı bile benliğimizin çıkmaz sokaklarında yitirmiş haldeyiz. Uykuda huzur telkin eden ve uykusuyla bile itminana erdiren bir bilinç düzeyiyle uykusunu uykusuzluğa teslim ederek kendisiyle çatışan bir bilinç arasında sıkışmış durumdayız.

Zihnimizdeki bu gibi sıkışmış duygu durumlarının kontrolsüz dışavurumlarına fobi diyoruz. Tüm fobiler insanın sıkışıp kalmış ve amacını bulamamış duygu yüklerini üzerinde taşır. Karşıdakini ötekileştiren herkes kendindeki bir olumsuz birikimin taşmasına menfez bulmuş gibidir. Son yıllarda zirvesini yaşayan İslamofobi dediğimiz girift tavırlar toplamında da bir yönüyle kendi kendine yetmeyen ve saldırganlaşan, içinde taşıdığı gerilimin tahammülsüz tezahürlerini yıkıcı bir biçimde dışa vuran odağı belirsiz bir sorunlar yumağı buluruz.

İslamofobiyi doğuran zihinle bu zihnin kendisinden beslendiği tutumların kökeninde ötekinden yana kaygıyı merkeze alarak kendi yaşam tarzlarını mutlaklaştıran bir eğilimler dizisi söz konusudur. Müslümanları öteki olarak okumamızı sağlayan ve bizi de bu anlama ortak kılan şey temelde bu bilgiyi sağladığımız kaynaktır.

İslam ve Müslüman kavramlarını Müslümanları korkunç olarak tanımlayan, buna dair olumsuz temsilleri destekleyen medya kültüründen edindiğimiz bilgiler ile taraflı bir sınıflandırmaya tabi tutuyoruz. Müslümanlığı akıldışılık, anti-modernlik, şiddet eylemlilik üzerinden anlıyor, kimliğimizin bir yönünü dinî ilkelerimizden hareketle değil de başkasının bizim adımıza sağlamış olduğu bir kavramsallaştırmadan ediniyoruz. Müslümanları fobik gören zihnin kendi içerisindeki şiddet, nefret ve düşmanlığın yansıtıldığı bir karşılık olarak İslamofobiyi okumaktan ise henüz uzağız.

Yazımızın ikinci bölümü yarın yayınlanacaktır.

Tuğba Tan
Tuğba Tan M.Ü İlahiyat Fakültesi mezunu, öğretmen. İlgi alanları: Türk İslam Edebiyatı, tasavvuf tarihi, dini musiki, köy hayatı ve komşuluk ilişkileri.

Paranın Serüveni ve Kripto Paralar

Önceki içerik

Müsilaj (Deniz Salyası)

Sonraki içerik

Yorumlar

Yorum Yaz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir