Her yer bembeyaz. Beyaz her şey. Kuş da öyle. Beyaz, bembeyaz…Tüyleri yumuşacık. İpekten daha yumuşak. Beyaz kuş, bembeyaz. Üstünde beyaz boyası da var. Parlak, pasparlak. Cilalı…
Kuş uçmayı seviyormuş. Çılgınlar gibi uçmayı, uçarken taklalar atmayı… Dümdüz uçamazmış o, uçarken şekiller çizer, yuvarlaklar yapar, yıldızlar yapar, değişik yörüngeler çizer, gökyüzüne imzasını atarmış…
Bir zaman boya, o ağır kokulu, parlak beyaz boya öyle bir ağırlık, öyle bir ağırlık yapmaya başlamış ki artık gökyüzüne imzasını atamaz olmuş. Ya dönememiş artık ya da dönerken düşmüş, imzasını tamam edememiş. Yere inmesi gerekmiş.
Yerde scooter görmüş bir tane. Scooter kırmızı renkliymiş. Çok merak etmiş. Binmiş, sürmüş, çok eğlenceliymiş, çok sevmiş. Akşama kadar sürmüş durmuş onu. Sonraki gün yine… Bir sonraki gün de… Derken artık uçmaz olmuş Boyalı Kuş. Yerde dolaşırken her yere boyasını bulaştırır olmuş. Sonra bir gün bir bakmış ki; scooterın kırmızısı yok olmuş. O artık beyaz bir scootermış. Bunu görüp anladığında çok ama çok üzülmüş. Çok canı sıkılmış. Bir de çok utanmış. Hemen yuvasına çıkmak ve bir süre yorganın altına saklanmak istemiş.
Gel gör ki eve de giremiyormuş. Boyasıyla evi de batırmak istemiyormuş. Ama dışarda da çok üşüyormuş. Eve sığınmaya da ihtiyacı varmış Boyalı Kuş’un.
Zaten kanatları kapıdan sığmıyormuş artık. Kapısı küçücükmüş evinin. Evin kapısını büyütmüş, yuvarlaklaştırmış. Kapının girişine de bir askı koymuş. Evine girerken kanatlarını çıkarıp askıya asmış. Elini yüzünü yıkamış, artık tertemizmiş. Yatağına girmiş yorganı başına kadar çekmiş yatmış. Bir gün yatmış, iki gün yatmış, üç gün yatmış… Bıraksalar sonsuza kadar yatabilirmiş. Hiç kalkası yokmuş. Günlerce, haftalarca, aylarca uyumuş da uyumuş. Uyurken yapması gerekenler birikmiş. Yazılacak kağıtlar birikmiş, birikmiş, birikmiş. Dağ gibi olmuş. İşlerin birikmiş olduğunu hissettikçe yataktan hiç çıkası gelmiyormuş. Bir gün, bütün cesaretini toplamış ve kalkmış. Sonra masanın üstünde dağ gibi biriken kağıtları görüp ümitsizliğe kapılmış. Ve tekrar yatağa girmiş.
Bir gün demiş ki kendi kendine: “Yat, yat… nereye kadar…” Kalkmış, terliklerini giymiş, elini yüzünü yıkamış. Sonra masasını pencerenin karşısına taşımış, perdelerini açmış. İçerisi aydınlanmış, dışarda mis gibi bir bahar havası varmış.
Sonra masanın üstündeki kağıtlara bakmış, bakmış. İyi de nereden başlayacakmış? Dolabındaki sihirli küreyi çıkarmış. Bu küreyi biriken kağıtların üstüne bırakmış. Küre kağıtların içinde en acil bitirilmesi gereken kâğıdı seçmiş, Boyalı Kuş’a vermiş. Boyalı Kuş artık ne yapması gerektiğini biliyormuş; yarım hikayesini kitaba çevirmeliymiş.
Daktilosunu almış yazmaya başlamış. Yazmış, yazmış, yazmış… Günlerce, gecelerce, haftalarca yazmış. Bu defa da masanın başından hiç kalkmamış. Yorulmuş yorulmasına ama yatağa girip dinlenmekten korkuyormuş. Ya girersem de bir daha kalkmak istemezsem diye çekiniyormuş.
Derken aşağıdan bir ses duymuş. Bu onun en sıkı dostu sincapmış. Ağaç evinden aşağı uçmuş, sıkı dostunu selamlamış. Selam etmiş, kelam etmişler. Sonra piknik yapmaya karar vermişler. Masaya kırmızı çizgili örtüyü sermişler. Limonlu cheescake ve limonataları masaya dizmişler. Sincap için fındık da koymuşlar tabağa.
Boyalı Kuş, daktilosunu indirmiş, masada yazmaya devam etmiş. Bir yandan yazıyor, bir yandan arkadaşıyla sohbet ediyor, bir yandan birlikte limonatalarını yudumluyorlarmış. Sıkı dostuyla hasret gidermek ona çok iyi gelmiş.
Arkadaşı evine gittikten sonra Boyalı Kuş da evine girmiş. Masasının başına geçmiş. Yazısını bitirmiş. Masanın başındayken (Pencerenin önündeki masada daktilo, limonata cheesecake ve biten kitabıyla) arkasını dönüp poz vermiş. Sonra o fotoğrafı sosyal medyaya yüklemiş. Bayağı da beğenilmiş fotoğraf.
Birden ilkbahar yağmuru yağmaya başlamış. Boyalı Kuş kanatlarını takarak yağmurda koşmaya zıplamaya başlamış. Bahar yağmurları onun kanadındaki boyaları silmiş, yıkamış. Artık Boyalı Kuş hafiflemiş bir şekilde eskisi gibi uçup gökyüzüne imzasını atmaya tekrar başlamış.
SON
Yorumlar