Kültürel

Canım İstanbul

0

Necip Fazıl Kısakürek, Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının önemli isimlerindendir. Özellikle yazdığı şiir türündeki eserleriyle bilinse de tiyatro, hikâye, roman, eleştiri vb. türlerde de yazdığı eserleri vardır. Necip Fazıl’ın yazdığı eserlere genellikle mistik bir hava hâkimdir ve eserlerinin felsefi, metafizik bir yönü bulunmaktadır.

Mücadeleci, güçlü, cesaretli, zeki, hazırcevap, nüktedan kişiliğinin yanı sıra büyük bir dava adamı olan Necip Fazıl, Türk şiirinde “Kaldırımlar Şairi” ve “Sultanu’ş Şuarâ” (Şairlerin Sultanı) olarak anılmaktadır.

“Şairlerin Sultanı”nın şairliği ve benim İstanbul sevdam bir araya gelince, şairin de İstanbul’a olan sevgisini anlattığı, İstanbul’u adeta sevgilisi olarak gördüğü ve “Canım” diyerek İstanbul’a seslendiği şiiri “Canım İstanbul” hatırıma geldi doğrusu. İstanbul, insanın gönül tahtına öyle güzel kurulan bir şehir ki ona gelen onda kalıyor, gitmek istemiyor. Bazen de kendisinden kaçmak istiyor ama kaçamıyor. İstanbul’daki bu sihrin sebebi tam olarak nedir bilinmez ama şairlerin çoğunun yolu da İstanbul’a düşmüştür. Kimi şair için büyük bir sevda olan İstanbul, kimi şair içinse kaçıp gitmek istediği bir memleket olmuştur. Biz İstanbul sevdasıyla İstanbul sevdamızı yoldaş ettiğimiz Necip Fazıl’ın dört bölümden oluşan Canım İstanbul şiirini inceleyelim istedim.

Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İçimde tüten bir şey; hava, renk, eda, iklim;
O benim, zaman, mekân aşıp geçmiş sevgilim.
Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;
Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.
Denizle toprak, yalnız onda ermiş visâle,
Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.

İstanbul benim canım;
Vatanım da vatanım…
İstanbul,
İstanbul…

Necip Fazıl, şiirin ilk bölümünde sevgili olarak gördüğü İstanbul’un genel özelliklerine değinerek İstanbul ile kendi ruhu arasında bir bağ kurmaktadır. Ruhunun bir maden gibi önce eritildiğini ardından kalıpta dondurularak İstanbul diye toprağa kondurulduğunu ifade ederken ruhuyla İstanbul’u bütünleştirmektedir. Zamanı ve mekânı aşarak gelen sevgilisi olarak gördüğü İstanbul, geçen yıllara rağmen güzelliğini kaybetmez. Ay ve güneşi doğuştan İstanbullu kabul eden şair, İstanbul’un kâinat içinde özel bir yeri olduğuna işaret eder. Denizle toprağı buluşturan, rüyaları gerçekleştiren, canı ve vatanı olarak gördüğü, onsuz yaşayamayacağı İstanbul’dur.

Tarihin gözleri var, surlarda delik delik;
Servi, endamlı servi, ahirete perdelik…
Bulutta şaha kalkmış Fatih`ten kalma kır at;
Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat…
Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;
Her nakışta o mana: Öleceğiz ne çare? ..
Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet;
Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet…

O manayı bul da bul!
İlle İstanbul`da bul!
İstanbul,
İstanbul…

Şair, ikinci bölümde tarih ve din görüşünü, ölüm karşısındaki tutumunu anlatmaktadır. Surlardaki deliklerde tarihin gözlerinin olduğunu belirterek tarihin de İstanbul’u seyrettiğini, servi ağaçlarının dünya ile ahiret arasında bir perde olduğunu, gökyüzüne bakınca gördüğü bulutu Fatih Sultan Mehmet’in şaha kalkmış kır atına benzeterek belki de Fatih Sultan Mehmet’in de bizi gözetlediğini söylemek ister. Ayrıca İstanbul’u süsleyen camilerin kubbelerinin değeri biçilmeyen pırlantalar gibi olduğunu ve minarelerin Allah’ın birliğini temsil eden şehadet parmağı gibi göğe doğru yükseldiğini belirtir. “Öleceğiz ne çare?” diyen Necip Fazıl, bu dünyanın geçiciliğini ve insanın acizliğini dile getirip kadere sığınır. Ölümün hayattan daha canlı olduğunu, Allah’ın rahmetinin günahları örtebilecek büyüklükte olduğunu ifade ederek insanı adeta silkelemektedir. Beyoğlu’nda dünyaya kendini kaptırarak eğlenen insanların varlığına karşılık; Karacaahmet Mezarlığı’nda yatan, ahirete intikal etmiş insanların dünyada yaptıkları boş işler için ağladıklarını dile getirerek insanın manayı araması gerektiğini ama ille de o manayı İstanbul’da bulması gerektiğini ifade eder.

Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği;
Çamlıca`da, yerdedir göklerin derinliği.
Oynak sular yalının alt katına misafir;
Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir.
Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar,
Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar…
Bir ses, bilemem tanbur gibi mi, ud gibi mi?
Cumbalı odalarda inletir ` Katibim`i…

Kadını keskin bıçak,
Taze kan gibi sıcak.
İstanbul,
İstanbul…

Şair, üçüncü bölümde İstanbul’un güzelliklerini, kendi çocukluğuna dair hatırında kalan bazı yaşanmışlıkları anlatmaktadır. Boğaz’ı gümüş bir mangala benzeten şair, Çamlıca’nın yüksekliği karşısında gökle yerin adeta birleşmiş gibi göründüğünü belirtir. Necip Fazıl; denizdeki dalgaların Boğaz’daki yalıların alt katlarına misafir olduğunu, resimdeki eski sefirin yeni dünya karşısında geçmişe özlem duyduğunu, her akşam güneş batarken ortaya çıkan kızıllığın Üsküdar’daki evlerin camlarında yangın çıkmış gibi bir görüntü oluşturduğunu ifade eder. Gördüğü ahşap konak onu çocukluğuna götürür ve konağın cumbalı odalarında Katibim’in çalındığını fakat çalınan şarkının tanburla mı udla mı çalındığını bilemediğini söyleyerek İstanbul’u; kadınıyla, yaşayışıyla, zevkleriyle özgür, canlı bir yer olarak gördüğünü belirtir.

Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler!
Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler…
Eyüp öksüz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu,
Adada rüzgar, uçan eteklerden sorumlu.
Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından
Hala çığlıklar gelir Topkapı Sarayından.
Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar;
Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar…

Gecesi sünbül kokan
Türkçesi bülbül kokan,
İstanbul,
İstanbul…

Şair son bölümde İstanbul’da zamanı, farklı semtlerde yaşayan insanları ele alarak yeniden tarihe dönüş yapmaktadır. İstanbul’un yedi tepesinde zamanın adeta nakış gibi işlediğini; İstanbul’un sayısız renklere, seslere ev sahipliği yaptığını dile getirir ve Eyüp boynu bükük bir öksüz gibi görünürken Kadıköy’de Moda’da süslü bir hayatın hüküm sürdüğünü belirtir. Hisarlarda şafak vakti gelince okların yayından çıktığını söyleyen şair İstanbul’un Fethi’nin her gün doğumunda yenilendiğini ifade eder. Ana gibi yârın İstanbul gibi de diyârın bulunamayacağını belirten Necip Fazıl, İstanbul’un çok güzel bir yer olduğunu, İstanbul’da ağlayanların bile mutlu olduğunu, İstanbul’un gecesinin sümbül koktuğunu, Türkçesinin bülbül koktuğunu ifade ederek İstanbul’u da Türkçeyi de ne kadar çok sevdiğini anlatır.

İstanbul’u ve Türkçeyi çokça seven biri olarak en sevdiğim şiirlerden biri olan Canım İstanbul’u anlatmaya gayret ettim. Peki, sizin en sevdiğiniz İstanbul şiiri hangisi?

Sümeyra YILDIZ GÖKÇE

 

 

Misafir
Hatırlı Hayat Bilgisi... Instagram : https://www.instagram.com/sumbulsokaktasiniz/

Şeytanı Bil, Hak’tan Gafil Olma

Önceki içerik

Allah’a Yakınlık

Sonraki içerik

Yorumlar

Yorum Yaz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir