“Eğer bir kimse sorulan her soruya cevap veriyor, gördüğü her şeyi tabir ediyor, her bildiğini söylüyorsa, bil ki onda çöreklenmiş bir cehalet vardır.” (Hikem-i Ataiyye, 73. Hikmet)
Efendimiz aleyhisselam buyurdular ki: “İlim üçtür; biri farzlar, diğeri sünnetler, biri de lâedridir yani her suale cevap vermeye kalkışmayarak ‘bilmiyorum’ demektir.” [Ebu Davud, Feraiz 1(2285); Ibnu Mace, Mukaddime 8, (54)]
Bir şeylerin idrakinden aciz olduğumuzu fark edip bunu, “bilmiyorum” sözüyle göstermek de bir nevi ilim sayılır. Her soruyu cevaplamaya kalkışmak ise cehaletin kendisidir.
Cahilliğin bir diğer alâmeti de tanık olduğu manevi durumları anlatmak ve kalbindekileri açığa vurmaktır. Meşhurdur, büyükler her söylediğin doğru olsun, fakat her doğru her yerde söylenmez derler. Hz. Üftade ise bir nutkunda şöyle buyurmuştur:
Gerçek söz bu yarenler
Gördüm demez görenler
Kerâmete erenler
Gizli sırrı açar mı
Burada Hz. Ali’nin (r.a) âlim tarifini de hatırlayalım isterim. “Âlim kişi mevzunun evvelini bilir, âhirini bilir. Zâhirini ve bâtınını bilir. Hikmetini bilir. Konuştuğu muhatabın istidadını bilir. Zaman ve zemine uygun konuşur.“
Bu bağlamda düşündüğümüzde insanı inkâra veya hakarete sevk edecek sözlerden sakınmak da elzemdir. Kafirûn suresinde bu adabı görmek mümkündür.
Arif zatlar da Allah’ın ikramıyla bildikleri ilimleri ifşa etmez, bu ilmi ganimet bilerek kalplerine gömerlermiş. O yüzden de ahrârın (hür kişilerin) kalpleri, sırların mezarlarıdır denmiştir. Ariflerin isimleri anıldığında arkasından söylenen “kaddesallahu sırrahu, Allah onun sırrını mübarek etsin” sözü de onların bu yaşayışı ile ilgilidir.
Ne güzel Rabbim hertürlü cehaletten muhafaza eylesin.
Amin
Çok ince
Bildiğini saklamak gibi anlaşılmasın
Allah razı olsun
Eyvallah