“Ey mürid, Rabbin ile talep ettiğin şey yolunda gider ve kolaylaşır. Nefsinle yapmaya kalktığın işler ise rast gitmez ve sonu hüsran olur.“ (Hikemi-i Atâiyye, 26. Hikmet)
İnsanı hareket ettiren şey onun kalbinde doğan istektir. Eğer kalbindeki bu istek nefsin arzusundan kaynaklanıyorsa insan bu isteğe güvenebilir mi? Hz. Mevlâna, nefsi yırtıcı bir kurda benzetir ve “O varken sen niye arkadaşına bahane buluyorsun?” der. Hasan el-Basrî hazretleri de buna benzer olarak şöyle demiştir: “Her kim Allah ile teselli bulmazsa, dünya hasretleriyle nefsi parçalanır.”
İnsanın özünde Allah’ın rızasını kazanmak niyeti var ise, isteği de ona göre şekillenir. İşlerinde O’nun rızasına uygunluğu gözetir. Yâdındaki Allah düşüncesiyle geçimini helalinden kazanır, helâli tercih ederek evlenir. Evlatlarına emanet şuuruyla bakar. Hayata böyle bakan kişinin zorları zaten kolaylaşır. Sıkıntılarla karşılaşınca, nefsinin ardınca sürüklenip de pişman olan kişiden farklı olarak doğru olmaya çalışmanın, elinden geleni yapmanın rahatlığı olur üzerinde.
Merkezde böyle bir niyetin insanı yönetmesi yoksa, kumanda nefiste demektir. Nefsin emrinde yapılan amel de çıkmaz yoldur; çünkü nefis o an için istediğini yerine getirir ve fiilin rıza-i ilâhîye uygunluğu konusunda muhasebe yapmaz. Elbette insanın emelleri olabilir ama ölümü unuttuğunda bunlar insanı hüsrana götürür. İnsan zaman içinde, öfkesine, şehvetine, anlık arzularına uymanın ne kadar vahim sonuçlar getirdiğini hayattaki tecrübeleri vesilesiyle öğrenir. Bu da tövbe edip, kendini düzeltip toparlaması için bir fırsattır.
Güzellikler hep nefse ağır olan şeylerle ortaya çıkar. Bir talebenin, sanat öğrenen bir kişinin sabırla çalışması, bir çocuğun güzel bir şekilde yetişmesinin fedakarlık ve emek istemesi, kullukta daim olmak hep nefse zor gelen şeylerdir.
Nefsin Allah’ın rızasına aykırı isteklerine muhalefet ibadetin ta kendisidir, hatta nafile ibadetten üstündür. Nefse muhalefetle ilgili Ruhu’l-Beyan‘da Naziat Suresi’nin 46. âyetine dair yapılan tefsiri kısmen aktarmak isterim:
“Rabbinin huzurunda durmaktan korkan kimselere iki cennet vardır.” (Rahman, 55/46) Birisi cismani nimetlerle nimetlenme, diğeri ruhani lezzetlerle lezzet alma cennetidir. Bu ayet bir günah işlemeye niyet eden ve buna gücü yettiği halde Allah’tan korkup nefsinin istemesine rağmen bu işten el çeken kimse hakkındadır.
Daha evvelki yazılarda da bahsettiğimiz şekilde haramdan sakınmak veya nefse hoş gelen şeyi terk etmek Allah’a yakınlık için önceliklidir. Et-Tahrîr ve’t-Tenvîr isimli tefsirde de şöyle geçer: “Allah seni bir işe yöneltirse sana yardım eder. Eğer sen nefsinin tercihiyle bir iş yaparsan seni onunla baş başa bırakır. Bu yüzden Allah’ın sana takdirine nankörlük etme!”
Hz. Mevlâna da kalbin güçlenip nefse galebe çalması için lazım olan ilacı Fîhî mâ Fîh’de şöyle ifade eder:
“Benimde düşmanım sizinde düşmanınız olanları dost edinmeyin” (Mümtehine, 60/1) Göstereceğiniz dinî titizlik ve gayretlerle o düşmanı zincire vurun, çünkü onu zahmet ve sıkıntı içinde bıraktıkça kalbinizin ihlas ve samimiyetini güçlendirmiş olursunuz. Sen ölüm korkusu sırasında nasıl samimiyete ihlasa erdiğini bin kere tecrübe ettin öyleyse tenine büyük özen göstererek onu neden böyle keyif içinde yüzdürüyorsun.”
Allah’la teselli bulmak nasip ola🤲