Merhaba sevgili Sümbül Sokak okurları,
Bu sefer Dostoyevski’nin Ezilenler isimli romanıyla karşınızdayım. 1821’de yani bundan 100 yıl önce doğan Rus yazar, zor bir çocukluk dönemi geçirmiş, problemli bir babayla büyümüş, Çarlık Rusya’sının baskıcı uygulamalarından dolayı oldukça zor günler geçirmiş hatta genç yaşta idama mahkum edilmiştir. Ancak kurşuna dizilmek üzereyken cezası sürgün ve zorunlu askerliğe çevrilmiştir. Muhteşem zekasını, gözlem yeteneğini ve edindiği tecrübeleri yazarlık üzerinden kullanan Dostoyevski, Sibirya sürgününden sonra oldukça büyük çılgınlıklar yaptığı hayatını kazanabilmek için romanlar yazdı.
Dostoyevski yazdığı bu romanlarla müthiş bir üne sahip olmuştur. Ezilenler isimli romanı, 1861 yılında yayınlandığında, henüz 40 yaşında genç ama ünlü bir yazardı. Ezilenler’den kazandığı para ile Avrupa seyahatine çıkmak istiyordu. Bir yandan kendisi de hayat mücadelesi, haksızlıklar, baskılar altında “ezilirken” bir yandan da bu baskının dönüştürdüğü duygularıyla şaheser diyebileceğimiz eserler kaleme alıyordu. Bu romanı yazmasaydı o Avrupa seyahatine çıkamayacaktı ve belki de Kumarbaz‘ı da yazamayacaktı. Ezilenler aynı zamanda Dostoyevski’nin ilk büyük romanı olarak bilinir, Suç ve Ceza‘ya da zemin hazırladığı söylenir. Suç ve Ceza hakkındaki tanıtım yazımı da okumak isterseniz buyurun linki.
Tekrar gelelim Ezilenler‘e; romanın ismi bize, eğer ezilenler var ise mutlaka onları ezen birileri de olmalı, diye düşündürebilir. Romandaki ezilen karakterlerin ortak özelliği fakir ve gururlu oluşlarıdır. Geçmiş travmaları üzerlerindeyken taşıyarak yeni ilişkilere başlamakta zorluk çekerler. Bazen bu ilişkilerde de ezilen oluverirler. Bazen de kendilerine çıkarsız, karşılıksız iyilik yapan biriyle karşılaştıklarında da afallayıp ezen olmaya başlayabilirler.
Dostoyevski, İvan isimli genç bir yazarın ağzından anlatır romanı. İvan küçük bir odada yaşayan; yazdığı roman ve yazıları çok kişi tarafından takdir edilen, bu başarısına rağmen yayıncılar tarafından ezilen bir karakterdir. Yaşamını kazanabilmek için sürekli yazmak ve çalışmak zorundadır. Ancak kazancı, küçük bir odada yaşamasına, az yemek yemesine, ve tek kıyafet giymesine yetmektedir. Bütün bunlara rağmen İvan “iyi” birisidir, ve aklından hiç kötülük geçmez. Manevi ailesine, manevi kız kardeşi Nataşa’ya, sonradan tanıştığı ve sahiplendiği küçük öksüz Nelli’ye her daim yardım etmek için çabalar durur. İvan’ın günleri bu karakterler arasında mekik dokumakla geçer.
Romanda bir de oldukça güçlü bir karakter vardır, Prens. Prens, tek başına bütün karakterleri ezmeyi başaran, ezilenler sayesinde de para, mevki, güç kazanan, her türlü kötü durumdan kurnazlığı sayesinde sıyrılmayı başaran bir karakterdir. Dostoyevski bu romanında adeta, hayatı boyunca karşılaştığı “ezenler”i temsil etmesi için Prens’i yaratmıştır.
Fakat Prens’in ezdiği karakterler oldukça mağdurdur, bir aile onun yüzünden yok olmak üzeredir. Zavallı Nataşa, Prens’in oğlu Alyoşa’ya aşık olduğu için evden kaçmış ama bir türlü evlenememektedir. Öte yandan Nataşa’nın ailesi Prens tarafından türlü iftiralara maruz kalmıştır. Mahkemeler de Prens’in tarafında olunca beş parasız kalmışlardır. Tabii bir de İvan’ın himayesi altına aldığı Nelli var. Nelli de küçük yaşında öksüz kalmış, kötü insanların elinde kullanılmış, oradan ellerinden Ivan sayesinde kurtulmuş, hayatta kimsesi olmayan bir çocuktur. Ivan bir yandan Nataşa ve ailesiyle ilgilenirken bir yandan da Nelli’ye bakmaktadır.
Olaylar böylece akıp giderken fakirin her zaman ezildiği ama ezildiğini de pek fark etmediği, zenginin de her zaman ön plana çıktığı, saygı duyulduğu bir atmosfer oluşuyor romanda. Aslında bu olaylar oldukça sıradan ve hepimizin yaşayabileceği cinsten durumlarken, romanın gerçekçiliği bizi sıkmadan içine alıyor, adeta sarıp sarmalıyor. Sonunda anlıyoruz ki “Bu dünyada iki tip insan var, ezenler ve ezilenler.”.
Yaşasın ezilmeyi göze alanlar 😊
Bence asıl cesurlar onlardır.
Kalemine sağlık