Still life with a cozy variety of yarn for knitting in the interior of the living room. The concept of hobby and comfort .
Medeniyet Şehirleri

Kadın Elinden Sanata

0

Annelerimizin kalplerinden ellerine dökülen, ellerinden de emeklerine ve ürünlerine yansıyan çalışmaları; onların günlük ihtiyaçlarını karşılamak için gerçekleştirdikleri bir uygulama olmasının yanı sıra yaşam biçimlerini, inançlarını ve değer yargılarını yani kısacası kültürlerini yaşatma ve koruma amacı taşımaktadır.

Hataylı kadınların, el emeği göz nuru olan bu çalışmaları, ister zevk için ister ticari amaçlı olsun; yüzyıllardan beri süregelen bir gelenektir. Bu gelenekleri genelde büyük ninelerimiz anneannelerimize; onlar da annelerimize aktarmışlardır.

Kadınlar için el sanatları, kendilerini ifade etme noktasında önemli bir yöntemdir. Kişiliklerini, ruh dünyalarını, hayallerini; işledikleri yeleklere, ördükleri bebeklere yansıtırlar. Eskiyen, kullanılmayan, yırtılan yün örgü kazakları söker; ipleri renklerine göre yumak haline getirirler sonra o yumaklardan, paspastan tutun da el bezine kadar geniş yelpazeli ürünleri tekrar işler ve geri dönüştürürler. Bu kadınlar her zaman hayallerini yaşayamıyorlardı belki ama hayallerini yaptıkları ürünlere yansıtıyorlar ve o ürünlerde yaşattırıyorlar hâlâ. Böylelikle el sanatları sayesinde psikolojik olarak daha sağlıklı bir yaşamın kapılarını aralıyorlar kendilerine. Yaptıkları el işleri bir tür meditasyon görevi üstlenerek streslerini yok ediyor. Bütün bu iyilik halinin yanı sıra bir de ev ekonomisine akmasa da damlayacak şekilde katkıda bulundular mı, ohh ne âlâ… Onlardan mutlusu yok!

Bir cenaze merasiminde bile son Fatiha’larını okuduktan sonra birbirlerinin başındaki yazmaları inceleyen kadınlar, evlerine dönerken, yolda beğendikleri yazma oyasının modelini çıkarır ve eve geçer geçmez hemen tığı ipliği ellerine alırlar. Yazma sandıklarındaki en güzel yazmayı alır, sonra ona uygun iplik rengini seçerek o modeli işlerler. Akşam yemeği sonrası bir yandan çay içer, diğer bir taraftan iğne oyalarıyla meşgul olurlar. Ve çocuklar böyle bir ortamda büyürler.

O evlerde büyüyen çocuklar, ince motor becerileri gelişsin veya sosyalleşip bağ kursunlar diye o atölye senin, bu workshop benim, o psikolog senin bu pedagog benim diye kapı kapı dolaşmıyorlardı. Annelerinin dizleri dibinde oturup o ne yapıyorsa aynısını yapmaya çalışıyorlardı sadece. Ve inanması güç olacak belki ama, bu onların sağlıklı bireyler olarak yetişmelerinde büyük bir etkendi. Bizim çocukluğumuzda “kaliteli zaman geçirmek” diye bir kavram yoktu. Zira gerek ebeveynleriyle gerekse büyükanne ve büyükbabalarıyla birlikte vakit geçiren çocuklar; aile bağlarını derinlemesine kurmuş olmanın yanı sıra bunu eğlenceli aktiviteler ve yaratıcı işler peşinde koşmayla destekliyordu.

Eli işleyen ebeveynlerin yanında büyüyen bu çocuklar, ellerindeki bir işi başarıyla tamamladıklarında, başarma duygusunu da harekete geçiren birçok olumlu duyguyu aynı anda ve zirvelerde yaşıyorlardı. Ayrıca, el işleri çocuklar için esnekliği de öğretmektedir. Çünkü bir ipi elimize aldığımızda işler her zaman umduğumuz gibi gitmez. Böylece bazı işlerde her zaman  doğru ya da yanlış diye bir fikrin olmadığını da öğrenir çocuk.

Çocuk attığı her ilmekte, seçtiği her renkte tercihlerinin sonuçları inşa edişini de izler. Tabii burada gördüğümüz tercihlerinin sonucuyla yalnız bırakılan bir çocuk değil; gerçek bir iş ile uğraşan ve sonucu olumlu da olsa olumsuz da olsa hatta yaptığı şeyi yanlış da yapsa, onu çözerken ebeveyn desteği ile bazı şeyleri nasıl aşacağını öğrenen bir çocuk. Aşama aşama inşa etmeyi öğrenen çocuk; bir şeyi ıslattıysa ve kurutması gerekiyorsa, beklemek lazım geldiğini yine bu ortamda öğreniyor. Bu tecrübeler çocukta beklemek, kendini kontrol etmek ve sabır gibi kavramların güçlenmesini sağlıyor.

Daha yeni yeni Alzheimer gibi hastalıklarla savaşmada çok etkili bir yöntem olduğu kanıtlanan el işlerinin ve sanatsal hobilerin bizim ninelerimizin hayatındaki yeri büyüktü. Zihinlerini bu denli taze tutabilmeleri elbette bununla da ilgilidir. Ninelerimiz buğday saplarından nihale, sepet ve ekmek tabağı örerler, bir yandan da türkü söylerlerdi. Bu nağmeler hem ruha iyi gelir hem de her yeni desende, her bir ilmekte hayal gücünü genişleterek, bir terapi görevi görürdü.

Hani dünyada hep sanatçı ya da zanaatkarların uzun yaşamasının sırrı konuşulur ya… İşin püf noktasının bir şeyler üretiyor olmak olduğunu düşünmeden edemiyorum.

Dostoyevski’den “Ezilenler”

Sonraki içerik

Yorumlar

Yorum Yaz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir