HDR image
Medeniyet Şehirleri

Kahverengi ve Mavinin Şehri

1

Özbekistan’ı gezmeye devam ediyoruz. Orta Asya’nın en eski yerleşim yeri kahverengi ve mavinin şehri Buhara’ya çeviriyoruz bu sefer yolumuzu.

Perslerin yerleşimi ile kurulan şehir VII. yüzyılda İslamiyet ile şereflenmiştir. Sadece kadim tarihiyle değil, fiziki ve coğrafi yapısı; kültür, sanat ve mimari dokusu, sulama kanalları, kaleleri, çarşıları ile ekonomik, zırai ve ticari potansiyeli ile İpek Yolu’nun gözbebeği olmuştur.

Köşk, saray ve pazarları, yetiştirdiği âlim ve sanatkârları ile de her dönemde kendisinden söz ettiren Buhârâ, uzun yıllar Akhunlar, Göktürkler ve Türgişler gibi Türk devletlerinin hâkimiyetinde kalmıştır.

Zerefşan Irmağı havzasında yer alan Buhara, Çin’den başlayarak Avrupa’ya uzanan ticaret yolunun en önemli durağı olarak zamanın en kaliteli ve gözde ürünlerinin dünyaya ulaştırıldığı bir merkezdir.

Buhara’da eski şehir merkezinde XVI. yy’da yapılan Dört Köşeli Çarşı ve eski çarşı denilen kuyumcular çarşısı bulunuyor. Özellikle el dokuması halıları teknik özellikleri ve zarafeti ile görülmeye değer.

Buhara’nın ilim, bilim ve sanat alanında yetiştirdiği isimler dünyaya kendini kabul ettirmiştir. İbn-i Sina, İmam Buhari, Şah-ı Nakşibendi Hazretleri bunlardan sadece bazı değerli hazineleridir.

Buhara’dan yayılan sanat ve ilim membalarının izini dünyanın her yerinde bulmak mümkündür. Mesela Şeyh Sâdık Efendi; Buhârâ’da öğrendiği ebruculuğu, Üsküdar’daki Özbekler Dergâhı’nda şeyh olarak bulunuşuyla İstanbul’a taşıyan manevi kıymetimizdir ve İstanbul’da medfundur.

Buhara’da 1318 yılında doğup eşsiz hizmetlerle İslam dinine hizmet etmiş olan Şah-ı Nakşibendi hazretleri ise Buhara’da medfundur. Kabr-i şerifi 1389 yılında son derece sade ve bir o kadar zarif ahşap revaklarla inşa edilmiş.

Burada kalplere Allah sevgisini nakşettiğinden dolayı Nakşibend olarak anılan hazretin doğumu hakkında kısa bir pasaj alıntılamak istiyorum;

Hz. Hâce Bahâüddin’in (k.s.) doğumundan önce mürşidi Baba Semmâsi’nin Kasr-ı Hindüvân’a çok gelip gittiklerini ve sohbetleri esnasında, yakın bir zamanda bu Kasr-ı Hindüvân Kasr-ı Ârifân olacak dediklerini anlatırlarmış. Belde zatın şereflenmesi ile bu ismi almıştır. Türbesi bu kasabada bulunmaktadır.

Bir sonraki durağımız ise Ark Kalesi olacak. Burası Özbekistan’ın en eski yapılarından biridir. Bu kale IV. yüzyılda temelleri atılmış IX. ve X. yüzyılda restore edilerek bugünkü halini almıştır.

Buhara emirlerine saray yapılarak 3000 kişinin yaşayabileceği bir yaşam alanı oluşturulmuş. İçerisinde küçük bir cami ve kervanların da dinlenebileceği büyük avlular bulunuyor.

Ark Kalesi çok uzun süre karargâh olarak kullanılmıştır. 1993 Unesco Dünya Mirası listesine girmiş olan bu kale içerisinde döneme ait birçok eşyayı müze olarak düzenlenmiş bölümlerinde sergiliyorlar.

Buhara’da daha görecek çok yer, anlatacak çok şey var. Gelecek yazımızda yolumuza kaldığımız yerden devam etmek duası ile.

Dostoyevski’den “Ezilenler”

Önceki içerik

Hüsn-i Nazar

Sonraki içerik

1 Yorum

  1. Buhara’yı sizinle gezmek öylesine güzel ki, teşekkür ederim yazılarınız için, yüreğinize sağlık 🤗

Yorum Yaz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir