Sosyal

E Bu Bizim Ramazan

1

Durdum durdum, duramadım. Size bir şey diyeceğim. Mübarek olan geldi. Şimdi ise yaklaşıyor yaklaşmakta olan. Hilali gördük, Ramazana Bismillah dedik. Biliyoruz ki sonradan başlayan her şey bir bitiş ile sınırlanır. Biz buna literatürde “hâdis varlık” yani sonradan meydana gelen ve bir sonu olan şey diyoruz. Gerçi, Ramazan varlık mı? Hem de ne varlık… Bazen birine soruyorum, o da “Hem de ne yokluk”, diyor. Burada işler karıştı; gelin mevzunun başına dönelim.

İçinde bulunduğumuz ay, Ramazan ayı. Allah, bu ayı kelamının nüzulü için seçmiş; Efendimizi -alâ resûlinâ salavât- bu ayda peygamberlikle görevlendirmiştir. Yine bu ay, Müslümanların -daha önceki ümmetlerde de olduğu gibi- oruçla mükellef kılındığı aydır. İslamî literatürün temel kaynakları olan Kur’an ve sünnette bu aydaki ikram ve lutuflar çokça anlatılmıştır. Kullar kendilerini nefislerinden emin kılıp Hakk’a yakınlaştıkça, rızâ-i ilâhî için yemekten, içmekten, kötü konuşup kötü dinlemekten ve kötüyü görmekten el çektikçe ruhlarında biriken o tozlu kesafeti inceltir, pîr u pâk şekilde Şevval ayına ulaşırlar. İşte bu ay, içinde bir çok güzelliği barındırmasıyla varlığı; kişinin nefsinin istek ve arzularından sıyrılmasıyla yokluğu temsil eder. Eh, o zaman Ramazan varlık mı, yokluk mu, siz karar verin.

Ramazan, iftarı ve sahuruyla hep bir telaş ve neşeyi beraberinde getirir. Gündüzden geceye dek olan bu yorucu fiiliyat kendisini bir niyetle ibadete dönüştürür. Çiçek nakışları iliştirir yakamıza; gözümüze keskinlik, zihnimize ufuk verir. Yine bu ayda tonla iş başımıza yıkılır. Gece mesaileri başlar, sahur hazırlanır. Yenilir içilir, çoluk çocuğun suyuna kadar ev halkı birbirini gözetir. Sadece ev halkı değil tabi, gece uyanınca yakın komşunun ışığı da gözetilir. Olur ya insanlık, sahura uyanamazlar falan. Bizim orada sahur vaktine yetişememeye “ışıtmak” denir. Tüm mahalle kolluk kuvvetleri gibi ışığı yanmayan ev gördüklerinde telefon, telgraf hatta posta güvercini demezler araya ne kadar şey sığarsa onu vesile kılıp o komşuyu uyandırırlar. Çünkü buyrulmuştur, sahura kalkıp yenilen yemek berekettir.

Ne diyorduk, tonla iş… Evet sahur, yemek, abdest, namaz… Sabaha doğru biraz uyku diyecekken yeni gün yakamızdan bizi tutar. Ev derlenir toparlanır. Akşam yemeği programlanır, mukabele okunur, dualar edilir, namazlar kılınır. Efendim zikr u tesbihler saf diller ile niyaz olunur… Ya Rabbi bu ne mahşer, gün bitmez. Çocuklar, dışarda vazifeli olduğumuz işler, evin günlük rutini, kitap, defter, programlanan yemeğin yapılması, iftar, teravih… Tüm bu döngü içerisinde bizi güne yetiştiren şey, niyettir. Her iş, bir niyetle başlar. Niyetle gün artar ya da eksilir penceremizden.

Sıradan vakitlerin dolum zamanı gibidir ömrümüzde Ramazan. Geriye kalan on bir ayın yükünü göğüsleyecek kuvveti bizlere bahşeder. Zamana derinlik katar fakat gün yine yirmi dört saattir. Ömre bereket katar lakin dünyada geçirilecek müddet değişmeyecektir.

Bu Ramazan’da niyetimizle aramızı iyi tutalım, Ramazan bize gelmişken ondan ayrı kalmayalım. Onu ahirette görünce şöyle diyebilelim yani: E bu bizim Ramazan. En azından tanıyacak kadar. O iş bizde, değil mi?

Not: Tanımak, yoğun bir teşrîk-i mesâi gerektirir.

Tuğba Tan
Tuğba Tan M.Ü İlahiyat Fakültesi mezunu, öğretmen. İlgi alanları: Türk İslam Edebiyatı, tasavvuf tarihi, dini musiki, köy hayatı ve komşuluk ilişkileri.

Rönesans’ı Başlatan Endülüslü Alimler

Önceki içerik

1 Yorum

  1. E bu bizim ramazan inşallah o da bizden razıdır.

Yorum Yaz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir