Eski Türk filmlerinde esas kıza vuran arabanın şoförü çoğu zaman hastaneye falan götürmez kaçıp gider. Aslında kız kendini zorla bir arabanın önüne atmış, gariban şoför kaçacak yer dahi bulamayıp çarpmış ve korkudan kaçmıştır. Velhasılıkelam kız bir anda kör olur ve rol icabı doktorlar ameliyat etmek yerine bir bahane uydurup kapkara bir gözlük verirler. Esas kız da ‘Naman Allah’ım nasla göremiyciğim!’ diye eli alnında yalandan rol keser.
Geçen haftalarda yazar arkadaşlardan Doktor Elmyra, Jose Saramago’nun Körlük kitabını okumuş incelemiş bize değnek olarak sunmuştu.
Şahsen, körlüğü o kadar günah karanlığının içerisinde anlatmış ki bir an ürperdim, içimin karardığını hissettim.
Yok biz milletçe bu kadar kör olamayız elbette! Medya üzerinden bazı sosyal deneyler paylaşılıyor da “Elhamdülillah, içimizde insan olanlar kalmış!” falan diyoruz. Elimizi sallasak insana çarpan bir memlekette bizdeki bu karamsarlık acaba nereden kaynaklanıyor?
Şimdi diyeceksiniz ki insan, her yerde insandır.
Biz sûretâ yani görünüşte insan elbisesi giymişlerden bahsetmiyoruz. Taşıdığı ruhtan aldığı merhamet duygusunu kaybetmemiş olanlardan ‘insan’ diye söz ediyoruz. Yani tuz ruhu değil de insan ruhu taşıyanlardan.
Sosyal medya ile biraz haşır neşir biriyseniz hele haber sitelerini, herhaltologları falan takip ediyorsanız, ülkenin yandığını tek su dökenin de onlar olduğunu sanırsınız. Yüzde sıfır nokta sıfır bir oranında bir kötülük yapılmışsa, bunu anında keşfeder ve toplumun yüzde doksan dokuz nokta dokuzuna mal ederek yayarlar. Ellerinde bir fırıncı körüğü yangını harlar da harlarlar.
Aklınızda olmayan, belki hiç aklınıza bile gelmeyecek bir kötülüğü de bu sayede “güya kötülemek maksadıyla” sizin zihninize vura vura kodlarlar.
Çok yaygındır bu, hatta komedyenlik yapan bir beyefendi ara ara “Ana haber terörüne son!” falan diye ani çıkışlar yapıyor. Haksız da sayılmaz. Gündüzleri kanal adı verilen lağımlardan akan kadın kuşağı(!) kısmına ise hiç girmeyeceğim. Arif olan anlasın.
Şimdi bizler kötülüğü görmek noktasında maşallah gayet seçiciyiz, bembeyaz bir sayfada minicik bir siyah noktayı anında seçeriz.
Hâlbuki elimizde bembeyaz bir sayfa vardı, biz o miniminnacık siyahlığa odaklandık ve hayatımız karardı.
Bir fotoğraf makinesi düşünelim, odak noktanız yanlışsa doğru resim çekemezsiniz. Etraf puslu ve resim karmakarışık çıkar.
Sanki bir kaos varmışçasına gördüklerinizi de seçemezsiniz. Bu durumda ya odağı kendinize çok yaklaştırmış veya çok uzaklaştırmışsınızdır. Rahmetli dedemin bir dürbünü vardı memlekete gittiğimizde çocuklarla uzaklara doğru bakardık, karşı taraf jandarmanın at ve köpek eğitim merkeziydi, iyi ki kapımıza gelip alıp götürmediler bizi 🙂 İşte böyle bir de bizim yaptığımız gibi yanlış yere bakma sorunu var ki orası da ayrı bir konu. O dürbünle epey uğraşmıştık netleştireceğiz, ayar yapacağız diyerek ortadaki odaklama düğmesini bir sağa bir sola çevirip durmuştuk. İki göz var bir yere bakması lazım ama odaklayamıyoruz bu sebepten de görüntüyü alamıyoruz.
Eskiden anten ayarlama işi vardı hatırlarsınız, biri dama çıkar düştü düşecek diye korkudan yüreğimiz ağzımıza gelirdi. İlerleyen teknolojiye paralel olarak bu aletlerde hızla değişmeye, gelişmeye devam ediyor. Göstermeyen Tv’yi ayarlamak için damdan dama atlamıyorum, fark ettiğiniz üzere hep aynı çerçevede devam ediyorum.
Bugün bakıyorum hayatta hangi şey güzel olmuşsa bunu işine odaklanmayı başarabilenler yapmış. Sanat bu bakımdan insanı çok geliştiren bir sahadır. Gerçi insan, elinden gelenin en güzelini yaptığı sürece her yaptığı işin sanatçısıdır. İster yemek yapsın ister dikiş diksin, temizlik yapsın.
Hele gelenekli sanatlarımızın yeri apayrı. Geçmişten günümüze ve dahi geleceğe, seyredene aktarılabilen bir manası vardır. Bu sanatlar size sabrı, renk ahengini, doğru yere bakmayı, doğru görmeyi kısaca odaklanmayı öğretir. Ortaya çıkan şeye hayran olursunuz.
Bugün engelli maraton koşusu haline gelmiş olan yaşamın içerisinde aslında zamanın durduğunu, durabildiğini göstermek bakımından çok mühim bir yerdedir sanat. Sanatçı kendisini sanatının içinde kaybedebilendir. Bu arada elalem ne demiş, etrafımdakiler ne yapmış diye kimseyle uğraşmaz daima kendisini geliştirebilmek için başka arayışlar içine girer.
Mahv ola benlik hemân
Tâ diyelim her zamân
Parça Yahşi Biz Yaman
Parça Buğday Biz Saman…
Böyle demiş Seyyid Hamza Nigarî.
Biz de diyelim ki; Ey, hayat treninin önüne atlayan esas insan! Aslında kör olmadın ki sen! At o kalbindeki çakma gözlüğü de güneşi göresin.
Yorumlar