Bundan önceki üç yazımızda, günümüzden bin üç yüz yıl önce fethedilen ve yaklaşık sekiz asır boyunca Müslümanların hüküm sürdüğü İber Yarımadasında yani Endülüs’te İslam’ın altın çağının nasıl yaşandığını ve Müslümanların dünyanın sayılı medeniyetlerinden birini nasıl kurduklarını kısaca anlatmaya çalıştık.
Endülüs’te egemen olan siyasi güç, kılıç zoru olmadan yani askeri güç kullanmaksızın din ve ırk farkı gözetmeden tüm halkları adalet ve hoşgörü ile yönetmiş ve bu sayede bu çok dinli ve çok milletli halk huzur ve barış içinde uzun yıllar yaşamışlardır.
Peki, sonra ne oldu da bu altın çağ kapandı ve İslam Dünyası’nın batı kanadı dediğimiz bu topraklar kaybedildi? Bu durumu açıklayabilmek için öncelikle Reconquista hareketini anlatmamız gerekir.
Reconquista, ‘yeniden fethetme’ anlamında İspanyolca bir kelimedir. Kavram olarak, Hristiyan İberya devletlerinin Endülüs’ü Müslümanlardan geri almalarını sağlayan siyasi hareketin adıdır. Fetihten hemen sonra, yenilen Vizigot ordusundan kalan birkaç askerin Kuzey İspanya dağlarında başlattığı bu hareket 1492 yılında Gırnata’nın düşmesiyle yaklaşık sekiz asır sonra son bulmuştur.
Müslümanların çok güçlü oldukları Valiler dönemi ve hüküm sürdüğü yıllarda dünyanın neredeyse üçüncü süper gücü durumuna kadar yükselen Endülüs Emevi Devleti zamanında Reconquista hareketi etkili olmamıştır. Fakat Emevi idaresinin ortadan kalkmasıyla oluşan otorite boşluğunu fırsat bilen Müslüman hanedanlar 20 civarında küçük devletçik kurmuşlar ve siyasi birliği bozarak iktidar mücadelesine girmişlerdir. Bu durum Müslümanların zayıf düşmesine sebep olurken, Hristiyan İspanya devletlerinin de güçlenmesine, dolayısıyla Reconquista’nın hızlanmasına sebep oldu.
1492’de Gırnata’nın düşmesiyle Reconquistanın askeri hedefi bitmiş, dini cephesi başlamıştır. Kendisinden başka hiçbir dini düşünceye tahammül edemeyen İspanyol kilisesi öncelikle Yahudilerin sürgün edilmesine karar vermiştir. Burada bir bilgiyi tekrar paylaşalım.
“Endülüs Yahudileri, İslam fethi öncesi Hıristiyan Vizigot yönetimi tarafından “sapık inanç sahibi, toplumda fesat çıkaran ve düşmanla işbirliği yapan” bir topluluk sayılarak, toptan köleleştirilmişlerdi. Mallarına el konulmuş ve çocukları da Katolikleştirilmek üzere ellerinden alınmıştı”.
Görüldüğü üzere, İspanya’da var olan Yahudi düşmanlığı yeniden gündeme getirilmiş ve Müslümanlar ile benzer haklar tanınmasına rağmen anlaşma çiğnenmiş ve 31 Mart 1492 tarihinde İspanya Krallığı ülkede bulunan bütün Yahudileri sürgün etmeyi öngören kanunu yürürlüğe koymuştur. Avrupa ülkelerinin hiçbir şekilde kabul etmediği Yahudiler, Osmanlı sultanı II.Bayezid Han’dan yardım istediler. Osmanlı Devleti bu Yahudilere yardım etti ve kendi topraklarına kabul etti. Endülüs Yahudilerine 1496-1497 yıllarında Portekiz’den kovulan Yahudiler de eklendi. Sayıları 40 bin tahmin edilen bu halk başta Selanik olmak üzere İzmir, İstanbul, Edirne, Yenişehir ve Şam bölgesindeki Safed gibi şehirlere yerleştirildiler. Göçmen Yahudiler devlet yöneticilerinden de her türlü yardımı görmüşlerdir. Öyle ki II. Bayezit Han, bütün ülkeye münâdîler göndererek Yahudilere eziyet etmeyi ve onları kovmayı kesinlikle yasaklamıştır. Onlara yumuşak davranmayı ve iyilik etmeyi emretmiştir. Kim ki göçmenlere kötü muamele ederse veya onlara bir ceza verirse, cezasının idam olacağını ferman buyurmuştur.
1492 yılında Gırnata’nın düşmesinden sonra Müslüman devlet idaresi tamamen bitince yukarıda belirttiğimiz gibi kendisinden başka hiçbir dini düşünceye tahammül etmeyen kilise, Müslüman halkı zorla Hristiyanlaştırmaya başladı. Engizisyon mahkemeleri, baskılar, işkenceler ve katliamlarla devlet eliyle Müslüman Soykırımı başlatıldı. Ancak, bütün bu yapılanlara rağmen Müslümanları dinlerinden koparmak ve kilisenin isteği ölçüsünde Hıristiyan yapmak bir türlü mümkün olmadı. Bu soykırımla amacına ulaşamayan Hıristiyan İspanya, bir asırdır uygulamakta olduğu planlı soykırım siyasetinin son adımını attı ve Endülüs Müslümanlarını 1609 senesinde İspanya’dan sürgün etti. Böylece, 1492’de Yahudiler için kullanılan sürgün mekanizması, daha trajik bir şekilde Müslümanlar için harekete geçirilmiş ve bu suretle en az yarım milyon insan, kendi öz yurtlarından kovulmuşlardır.
Endülüs Müslümanları (Müdeccenler) bu sürgün döneminde başka devletlerle birlikte İslam dünyasının en güçlü devleti olan ve padişahı bütün Müslümanların halifesi durumunda olan Osmanlı Devletinden de yardım istediler. Osmanlılar, 1609-1614 yılları arasında gerçekleşen “büyük sürgün”de vatanlarını terk etmek zorunda bırakılan Müdeccenlerin 80 binini denizci komutanları vasıtasıyla yok olmaktan kurtarıp Cezayir ve Tunus gibi Kuzey Afrika topraklarına yerleştirmiştir.
Müslümanlar, sırf başka bir inancın mensubu oldukları için, kendi öz yurtlarında yaşama haklarından mahrum bırakıldılar. Büyük sürgünle birlikte Müslümanların dokuz asırlık Endülüs serüveni de noktalanmış oldu.
Not: Bu ve bundan önceki üç yazımızda, Türkiye’de Endülüs üzerine bir çok çalışması bulunan Prof. Dr. Lütfi Şeyban’ın eserlerinden istifade edilmiştir.
Yorumlar