Ney-i bezm-i gamem ey âh ne bulsan yele ver
Oda yanmış kuru cismümde hevâdan gayrı (Fuzûlî D., 266. G. / 2)
“Ey ah! Ben gam meclisinin neyiyim, (aşk) ateşinde yanmış kuru cismimde aşktan başka ne var ise yele ver.”
Fuzûlî, Osmanlı edebiyatının klasik dönem şairlerindendir. Türk edebiyatında en çok okunan eserlerden Hadîkatü’s-Süedâ’nın müellifi ve döneminin önemli şairlerinden biridir. 16. yüzyılın önemli isimlerinden biri olsa da İstanbul’a ve dahi saraya uzak olmasından dolayı yaşadığı devirde hak ettiği iltifatı görememiştir. Kaynaklarda Bağdat’ta, Hille’de yahut Kerbelâ’da dünyaya geldiği kayıtlı olan Fuzûlî, payitahta uzak olmaktan dem vururken bazen de yaşadığı coğrafyanın şiirine ilham olduğunu söylemektedir. Fuzûlî’nin şiirini besleyen Hz. Hüseyin’in kanıyla ıslanmış Kerbelâ toprağıdır.
Şair Farsça Divan’ının dibacesinde kendi şiirini “Benim şiirim altın, gümüş, inci yahut lâl taşı değil topraktır. Ancak Kerbelâ toprağıdır.” şeklinde tarif eder. Kerbelâ hem Fuzûlî’nin şiirinin mayası hem de kendi ifadesiyle şairin “makamı”dır. Fuzûlî şiirini yüceltenin bu mânâ olduğunu söyler.
Klasik edebiyatta şair, kendi şiirini överken de şiire konu olanın güzelliği ve yüceliğinden kaynaklı bir ulvîyet söz konusu olur. Fuzûlî şiirini değerli kılanın yetiştiği topraklar olduğunu vurgulamıştır. Fuzûlî’nin kaleminden aşık dilinden, aşığın ettiği ahlara hitaben söylenmiş bu beyte dönecek olursak; şair dünyayı bir meclise benzetiyor ve kendisinin bu mecliste bir saz olduğunu söylüyor.
Meclis bir gam meclisi, aşık da bu meclisin neyi rolündedir. Neyin yanık
sesi aşıkların geceler boyunca inlemelerini andırmaktadır. Neyin kamışlıktan koparılması ve serüveni Mesnevi’nin ilk on sekiz beytinde de anlatıldığı gibi klasik şiirde sıklıkla yer bulmuştur.
Öyle ki ney, zamanla aşık tipini işaret eden bir mazmuna dönüşmüştür. Ney ile kurulan ilgiyi şu şekilde açıklayabiliriz: Neyin kamışlıktan koparılması ile sevgiliden ayrı düşen bir aşığın önce sararıp solması ardından da aşk ateşiyle kavrulması arasında bir bağ söz konusudur. Bir saz halini aldıktan sonra üflenen hava neyin boğumlarından geçerek yanık bir ses olarak karşımıza çıkar. Bu ses de aşıkların geceler boyunca sevgili için ettikleri ahlara benzer.
Beyitte aşık kendine ve hatta âhına seslenir, aşk derdiyle edilen ahların
mevcudiyetindeki aşk harici her şeyi temizlemesini ister. Heva kelimesi hava, heves ve aşk manalarını taşımaktadır. Bu kelime hava anlamıyla ele alındığında ney ve yele ver deyimleriyle bir bütünlük oluşturur. Aşk mânâsıyla çevirdiğimizde ise beyitte vurgulanmak istenen ortaya çıkar. Aşığın dileği hakiki aşk dışında bulunan tüm istek ve arzulardan, dünyadan geçmektir. Masivadan sıyrılıp yalnızca hakikati arzulamaktadır. Şaire ilham olan, aşıkları geceler boyunca uykudan alıkoyan, Kays’ı Mecnun eden bir derttir.
Böyle bir derdi olmalı insanın. Bu dert ile yanıp pişebilmeli, âhıyla
temizlenebilmeli. Dünyadan, dahası kendisinden dahi geçebilmeli insan. Belki de bu, insanın kendini bulması ve bilmesidir.
Yenişehirli Avnî’den alıntılayarak bitirelim sözü:
Sanman taleb-i devlet ü câh etmege geldük
Biz ‘aleme bir yâr içün âh etmege geldük
Yorumlar