Merhaba, umut dolu bir günden selam olsun. Günün hangi saatinde kavuştuysak, devamında güzelliklerle buluşmanızı dilerim. Bugün sizi zihnimde misafir etmek istedim. Yazmak, biraz da zihne kapı açmak değil midir? Ortalığı toplamadım, eh olduğu kadar sonuçta yabancı değiliz artık. Sizler için komplo teorileriyle gündemden düşmeyen yılların dizisi The Simpsons’ı seçtim. Yıllar önce izlediğim bu sahne, sosyal kaygı hakkında düşünürken birden zihnimde dönmeye başladı. Seyrettiğiniz sahnede evin hanımı Marge, evlerine temizlik görevlilerinin geleceğini öğreniyor. Ve bu andan itibaren zihninden geçenlere şahitlik ediyoruz.
Sokakta bir süre kaygı konuşuldu. Ben de sosyal kaygı ağacının sağlam köklerinden kabul edilen olumsuz değerlendirilme korkusundan bahsetmek istiyorum. İsmi size yabancı gelmesin, yakından tanıdığımız bildiğimiz bir korku bu. Şu Marge Simpsons’ı böylesine çıldırtan, benim de zaman zaman yazılarımı geç teslim etmeme neden olan (sayın editörüme sevgilerle) bir his. Sosyal ortamlarda konuşma başlatmayı ve devam ettirmeyi zorlaştıran, belki istediğimiz bir işin/eğitimin arkasından -mülakat kaygısı sebebiyle- bize el sallatan, ortamlarda aynı fikirde olmadığımızı ifade edememekten market sırasında önümüze kaynak yapıldığında çok rahatsız olsak da sesimizi çıkaramamaya kadar pek çok şeye neden olan bir korku. İlk etapta aklıma gelenler bunlar oldu, belki siz de yorumlara sosyal kaygı kokan tanıdık davranışları eklemek isteyebilirsiniz. 😊
Peki bu olumsuz değerlendirilme sürecinde neler yaşanıyor? Olumsuz değerlendirileceğine inanan insan, başkalarının gözünde nasıl göründüğünü bilmek ve bu görünümü kontrol etmek ister ve böylece dikkatini kendine yöneltir. Güm güm atan kalbine, hızlanan nefesine, titreyen ellerine, zihninde dönen olumsuz düşüncelerine odaklanır. Bu fiziksel ve zihinsel odaklanma sonucunda bir kısır döngü oluşur. Titreyen elleriyle açamadığı market poşeti, hızlanan nefesi yüzünden yapamadığı konuşma kendini doğrulayan kehanete dönüşür. Başka bir ifadeyle, zaten olumsuz değerlendirileceğim beklentisi ve kusurlu benlik algısı kendisine kanıt bulabilmek için insanın dikkatinin olumsuz durumlara odaklanmasını sağlar. Süzgeçten olumlu olaylar aşağı düşerken yukarıda sadece olumsuz durumlar kalır.
Sonuç olarak ne olur: Bak gördüm işte yine beceremedim hatta beceriksizin tekiyim etiketi ile bir kez daha pekişen durum insanın kaçınmasına yol açar. Yeni deneyimlerden, kendisini zorlayacak kaygıya yol açacak her durumdan kaçar. Kendisini, değişimin ve gelişimin giremediği konfor alanı kalesine atar. Kaygıyı yönetme davranışlarını test etme imkanı kalmaz. Bu sebeple de kaygı ve korkularını yönetip yönetemeyeceğini bilemez.
Hayatımızın her anında kaygı vardır. Olacaktır da. Düşünelim, annemizin elini ilk bıraktığımızda acaba ne hissetmiştik? Mesela bisiklet sürmeyi, yüzmeyi (lütfen çocukları denize havuza fırlatmayalım😊) öğrenirken neler yaşamıştık? Yeni bir ortama gireceğimizde, sabah erkenden yetişmemiz gereken bir uçak olduğunda hatta markette sıra bize geldiğinde ve bunun gibi pek çok zamanda kaygıyı üzerimizde fark ederiz. Peki bu kaygı bizi yapacağımız işten vazgeçirse ne olurdu?
Sizler kaygı nedeniyle hayatınızda herhangi bir fırsatı kaçırdığınızı düşünüyor musunuz? ‘Ben kaygılı bir insanım’ etiketi sizce nelere sebep oluyor?
Kollarımızı sıvayalım işe kaygının bize ne söylediğini dinlemekle başlayalım. Unutmayalım, hepimiz kaygılı olabiliriz fakat asla kaygıdan ibaret değiliz.
Muhabbetle kabul etmenin yer edindiği bir hayat niyazıyla Ayşenurma Kıdemli Şehir İstanbul’dan bildirdi.
En büyük kaygım ölüm ,bunu da tecrübe ile göreceğiz. bütün bu kaygılı dediğimiz düşünceler kaygı mı yoksa korku mu ?
Tebrik ederim.Farkındalıgımıza vesile olur inşaallah🤲🏻♥️