Kutlu Peygamber’in Nurunun Nesilden Nesile Aktarılması Bahri
Hak Teâlâ çün yarattı Âdem’i
Kıldı âdemle müzeyyen âlemi
(Allah Teâlâ Âdem’i (a.s.) yarattı.
Böylece âlemi insan ile süslemiş oldu.)
Âdem’e kıldı feriştehler sücûd
Hem ona çok kıldı ol lutf ıssı cûd
(O lutuf sahibi Allah, cömertliğiyle insana öyle
ihsanlarda bulundu ki melekler sonunda Âdem’e
secde ettiler.)
Mustafa nurunu alnında kodu
Bil, Habîbim nurudur bu nur dedi
(Allah, Hz. Muhammed Mustafa Efendimiz’in nurunu
Âdem’in alnına koyup “Bil ki bu nur Habibimin nurudur dedi)
Vesiletü’n-Necat’ın üçüncü bahrindeyiz. Süleyman Çelebi Resûlullah Efendimiz’in (s.a.s.) beşeri anlamda dünyayı teşrifinden önce nurunun teşrifini bize tafsilatıyla anlatmaktadır. Yani demek ister ki; Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hayatı doğumuyla değil, nurunun yaratılmasıyla başlamıştır.
Allah Teâlâ ilk olarak Hz. Âdem’i yaratarak âlemi insan ile süslemeye başladı, diyor Süleyman Çelebi. O süsü öyle yeteneklerle donattı ki bütün meleklerine insana secde etmelerini emretti. Burada ki secdenin maksadı ibadet etmek anlamında değil, tazim anlamındadır. Allah Teâlâ yarattıklarının en üstünü olan insana, hürmet edilmesini istemiştir. İnsanı yaratılmışların en üstünü kılan o özel donanıma kısa bir örnek verelim.
Nöro-pskiyatri alanında beynin fiziki boyutları ve işlevselliğini inceleyen ilim insanları tarafından sunulan bilgiler oldukça ilgi çekicidir. Yönetici organımızın, ön beyin olduğunu söylerler. Ön beyinde denge vardır. Hem analitik düşünür hem de duygusal düşünebilir. İnsanın sağ ve sol beynini kullanma becerisi ön beynin yeteneğidir. Ön beyin bir konuda karar verirken acele etmez; sebep-sonuç ilişkisi ile mantıklı bir yol çizerken aynı zamanda konuya duygusal anlamlar da yükleyebilir. İyi bir zamanlama yapar ve temkinli harekete geçer. Hareketleri ölçülüdür. Gerektiğinde soğuk ve keskin, gerektiğinde sıcak ve yakın davranır. Kelime ve sayılarla beraber, renkler, desenler ve zevklerle de ilgili seçicilik ön beynin işlevidir. Rotayı belirleyen beyin alanı ön beyindir. Hem stratejik hem de taktiksel düşünür. Sadece stratejik değildir.
Ön beyin alın bölgesine tekabül eder. Şimdi dikkatle düşünmenizi istiyorum, Muhammedî nurun Hz. Âdem’den itibaren nesilden nesile intikalinin alın bölgesinde gerçekleşmesinde nasıl bir hikmet olabilir sizce? Acaba bu ön beynin yetenekleri “feraset” kavramının tanımına uygun mudur? Efendimiz’in (s.a.s.) :
“Mü’minin ferasetinden sakının. Çünkü o Allah’ın nuruyla bakar.” buyurmasında ne gibi hakikatler gizlidir?
Bir gece vakti uzun bir yola çıktığımızı düşünelim. Ortalık ıssız ve karanlık. Önümüzü göremez hangi yöne gittiğimizi bilemeyiz. Belki tehlikeli ve çetrefilli yollara girebiliriz. Ancak karşımıza elinde fener ile birisi çıkarsa, o gördüğümüz ışığın sevinciyle kalbimizde bir rahatlama, bir güven hissi oluşur. Ve haliyle o ışıklı yolu takip ederiz. O kişi yolun güzergâhını bir yere kadar biliyordur diyelim, yani belli bir bölgeden sorumludur. Kendi sınırlarına geldiğinde feneri diğer bölgedeki görevliye teslim ederse bu sefer ışık onda olduğu için onu takip ederiz. Bu ışık devir teslim işleminin biz yolumuzda düze çıkana kadar sürdüğünü düşünelim. O fenerin ışığı, parçası olduğu enerjiyle bütünleştiğinde artık tamamen aydınlığa çıkmışız demektir. İşte böylece insanlığın dünya hayatında ki yolculuğunda Allah Teâlâ, ahir zaman peygamberinin nurunu, peygamberden peygambere alınlarında naklederek, sürur içerisinde yürümemiz için bizlere önümüzü göreceğimiz ışıklı bir yol bahşetmiş, bütün nimetlerini bizim kullanımımıza sunmuştur. Bu misaldeki enerjinin güç kaynağı ise Allah Teâlâ’dır.
Mevlid merasimlerinde:
Mustafa nurunu alnında kodu
Bil, Habîbim nurudur bu nur dedi
beytine sıra geldiğinde, baş parmaklarımızın tırnaklarını üçer defa öper, önce kaşlarımıza (yani dikkat edelim! Alın bölgesine) sonra gözlerimize sürer, “Gözlerimin nurusun Ya Resûlallah” deriz. Aslında bu bize aynı zamanda Ebû Bekir Efendimiz’den kalan bir mirastır. Ezan-ı Muhammedî okunurken, “Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah” kısmında yine aynı şekilde baş parmaklarımızın tırnaklarını üçer defa öptükten sonra önce kaşlarımıza sonra gözlerimize sürer; “Gözlerimin nurusun Ya Resûlallah” deriz. “Ya Rabbi ahlâkımı Hz. Peygamber’in ahlâkı gibi eyle” diye de dua ederiz.
Peki ya tırnaklar! Tırnaklarda bir hikmet olabilir mi sizce? Küçük bir ip ucu verdikten sonra konuyu araştırarak öğrenme keyfini size bırakalım. Yağ dokusundan ve kemik iliğinden elde edilen kök hücreler dış organlarımızdan sadece tırnaklarda bulunur. Ve bu kök hücreler, çift karakter göstererek hem tırnağa hem de deriye hayat veren şaşırtıcı bir özellik taşırlar. Günümüzde kök hücre tedavisinin ne için kullanıldığına bakacak olursak, bu kök hücrelerini her gün Efendimiz’in (s.a.s.) adını anarak gözlerimize sürmenin de nasıl bir şifa olduğunu anlayabiliriz. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur:
”Biz gerçekten insanı en güzel biçimde yarattık” (Tin, 95/4)
“Allah gökleri ve yeri hikmetli olarak yarattı, size şekil verdi, şekillerinizi de güzel yaptı. Dönüş de ancak O’nadır.” (Teğabün, 64/3)
Rabbimiz bizim şeklimizi güzel eylediği gibi ahlakımızı da güzelleştirsin. İç ve dış tüm azalarımızı Muhammedî nur ile şereflendirsin. Âmin.
Yorumlar