Doğada saklanmasıyla meşhur, sesi var kendi yok bir kuş türü olan Guguk, yavrulamak istediği zaman başka kuşların yuvalarını gözetleyip kendi yavrusunu da o yuvada büyümek üzere üvey anne babanın eline bırakır. Yuvanın sahibi olan anne kuş, yumurtaların üzerinde uzun süre kuluçkaya yatıp kendi yavrularının gelişimini beklerken Guguk kuşu yavrusu erkenden yumurtadan çıkıverir. Buraya kadar bile normal olmayan durum burada daha da anormalleşir. Tüysüz, kör, çelimsiz Guguk kuşu yavrusu üvey annesinin kendisine yiyecek getirdiği zamanı fırsat bilerek diğer yumurtaları yuvadan aşağı atar. Her şeyden habersiz üvey anne buna bir anlam veremese de yine de yavruyu kendisinin zannederek beslemeye devam eder.
Vay hain kuş! Dediğinizi duyar gibiyim. Sen git başkasının yuvasına çöreklen hem de yavrun onların yavrularını öldürsün.
Guguk kuşu benzetmemize sebep olan Filistin’in işgali, Yahudilerin Tevrat’ta kendilerine Tanrı tarafından vaat edildiğini iddia ettikleri ‘İsrail Diyarı’ bölgesinin bir kısmını içine alan Filistin’de 1948 yılında hilelerle kurdukları İsrail Devleti (!) işgali ile değil; 1917 yılında İngilizlerin Kudüs’ü ele geçirmesi ve bu toprakları Siyonistlere söz vermesiyle başlıyor.
Bir Kızılderili atasözünü tam da burada hatırlamamız icap ediyor. “Bir suda iki balık kavga ediyorsa oradan beş dakika önce uzun bacaklı bir İngiliz geçmiştir.” İngiltere’nin 1. Dünya Savaşı sonrası Osmanlı hakimiyetinden kopardığı bu topraklar da diğer işgal ettiği yerler gibi hiçbir zaman huzuru bulamıyor.
Tarihten günümüze Orta Doğu ve Mezopotamya toprakları hem peygamberlerin gönderildiği, hicret ettiği yerler olması hem de Fırat ve Dicle nehirlerinin bereketi sebebiyle siyasi, dini ve etnik halkların daima savaştığı bölgeler olmuş. Bu sebeple siyasi ve coğrafî sınırların çizilmesi ve yönetilmesi Osmanlı’nın hüküm sürdüğü zamanlarda da değişkenlik göstermiş. O kadar ki Kudüs önemine binaen doğrudan doğruya Bâbıâlî’ye yani İstanbul hükümetine bağlanarak bağımsız bir sancak haline getirilmiş.
Maksadım elbette tarih anlatmak değil günümüze gelmek lakin bu tacizlerin dayanak noktasına dair birkaç bilgi de vermek gerekiyor.
Yahudiler bu topraklarda kendilerine hak görme konusunda soylarını Hz. İbrahim’in iki oğlundan biri olan Hz. İshak’a, oradan da oğlu Hz. Yakup’a/İsrâil’e dayandırırlar. Çünkü Efendimiz’in (s.a.s.) atası olan Hz. İsmail’i kabul etmezler. İddianın kökeni ise hakikatte dinle alakalı değil, ırkçılık ve hasettir. Öyleyse bu durumda hem din, hem ırk bakımından bizim ve Filistinli Müslüman kardeşlerimizin atası Hz. İbrahim’dir, der ve konuyu kapatırız.
Kudüs’ün El-Halil kentinde Roma döneminden kalma bir kilise olan ve Hz. İbrahim parasını bizzat ödeyerek satın aldığı Halilurrahman Mescidi en kutsal mescitler sıralamasında 4. sırada yer alır. Burası mekân-ı İbrahim’dir. Hz. İbrahim burada eşi Sâre, oğulları İshak, Yakup, Yûsuf ve onların eşleriyle medfundur. Selahaddin-i Eyyubi daha Kudüs esirken yaptırdığı iki minberden birini Halilurrahman Mescidine, diğerini Mescid-i Aksa alanı içerisindeki siyah/gümüş kubbeli olan Kıble Mescidi’ne koydurtmuştur. İsrail, 1994 yılında fanatik bir Yahudi doktor tarafından cemaatle namaz kılanlara ateş açılması sonucu çıkan olaylarda, 80 Müslümanın katledilmesini bahane ederek mescidi 9 ay kapatmış ve %60’ını sinagoga çevirmek suretiyle el koymuştur. Geri kalan %40’lık kısma ise XRay cihazlardan geçilmek suretiyle ve İsrailli askerler izin verirse girilmektedir.
Zaman içerisinde Siyonist Yahudilerin işgalleri sebebiyle 27 bin kilometrekare olan Filistin toprağı 6 bin kilometrekareye düşmüş ve tacizlerle Müslüman halk 1034 kilometrekareye hapsedilmiştir. Bu zulüm bugün artık öyle bir boyutta ki; şehirler arasında gidiş geliş engelleniyor. Gazze halkı abluka ve ateş altında; gıda, sağlık gibi yardımlardan mahrum durumdalar, şehre giriş çıkışa izin verilmiyor. Kudüs’te de durum farklı değil, sözde serbest bölge olmasına rağmen tam teçhizatlı İsrail askerleri her an her yerdeler; okula, hastaneye, yurtdışına Yahudilerden izin almadan, koydukları barikatları geçmeden ulaşmak mümkün olmuyor.
Sü (asker) uyur düşman uyumaz. Gayemiz kimseyi kötülemek değil, kendi nefsimizi taşlamak. Biz milyonlarca Müslüman ne vakit birleşmek yerine küsüp ayrılarak gaflete düşsek, kalbimizi Allah’tan gayrı bir yere yöneltsek mübarek Kudüs’ümüz, Mescid-i Aksamız yani yöneleceğimiz ilk kıblemiz işgal ediliyor. Ve biz Müslümanların ağır yükü olan emanet sırrı bir avuç Filistinli kardeşimizin belini büküyor.
Bir de herkesin dilinde olan Filistinliler topraklarını satıyor iddiası var ki Siyonistlerin kardeşlerimizi yalnızlaştırma, tehcir ettirme politikasından ileri geliyor. Daha bu günlerde Şeyh Cerrah mahallesinde 7 Filistinli aile zorla evlerinden tahliye edilmeye çalışıldı. Evi gasp etmeye gelen Yahudi, ‘burası benim evim’ diyen Filistinli bir hanıma ‘bu benim sorunum değil, ben çalmasam da sen burada oturamazsın başkası çalacak!’ diyor. Bazı yerlerdeyse Filistinliler evlerini kendi elleriyle yıkmak zorunda kalıyorlar çünkü Yahudiler hile hurda ile gasp ettikleri topraklardaki evleri yıkmak için de üste para istiyor. Yavuz hırsız ev sahibini bastırırmış, pişkinliğin böylesi!
Bugün Filistinli sözüyle Hz. Ömer Efendimiz zamanında Kudüs’ün fethiyle başlayan ve -arada Haçlı işgali ile kesintiye uğrasa da- Müslümanların yönetiminde olduğu zamanlarda barış ve huzur içerisinde yaşayan Yahudiler, Hristiyanlar, Müslümanlar gibi farklı inançlardan insanlardan bahsediyoruz.
İsrail, Müslümanlardan yalnızca hilelerle, başka din mensuplarından, parasını vererek toprak satın alabiliyor. Aldığı yerlere de Siyonist Yahudileri yerleştiriyor. Siyonistler, dinle uzaktan yakından alakası olmayan Yahudileri kışkırtmak için dini kullanan materyalistler. Yahudi hahamlarının stratejilerini yazdığı bir belge okumuştum, akıllara zarar maddeler var. Hatta Tevrat’ta da benzeri bir ayet (!) yazılı. Tanrı adına (!) İsrailoğulları’na ‘Mısır’dan kaçarken komşularınızın altınlarını takılarını ödünç alın sonra soyup gidin’ diye emir veriyorlar! Nasıl hastalıklı bir yapıyla karşı karşıya olduğumuzu bilmiyorum izah edebiliyor muyum? Mesele toprak satma meselesi değildir. Uluslararası hukuka da aykırı bir terör, bir işgal sorunudur, zulümdür.
Üstelik her yerde vatan şuuru olmayan insanların bulunması da mümkündür. Tarihte nasıl Filistinli olduğu halde davayı savunuyor gibi görünerek, vicdanını Siyonizm’e satanlar çıktıysa; üç maymunu oynayan Batıda, 16 mart 2003’de Gazze Refah Mülteci Kampında Filistinli bir doktorun evinin yıkılmasını engellemeye çalışan Rachel Corrie gibi İsrail Buldozerlerinin altında ezilerek hayatını kaybeden vicdanlı kişiler de çıktı.
10 Mayıs 2021’de sözde ‘Kudüs günü’ bahanesiyle birbirlerine toplanma sözleri vererek azgınlıklarının zirvesine çıkan otuz bin kadar Siyonist Yahudi, üzülerek söylüyorum ki Mescitlerin anahtarlarını ele geçirip, Mescid-i Aksâ alanını da işgale kalkışmak suretiyle kutsal mescitlerimize zarar verdi. Filistinli binlerce kardeşimiz de Hz. Dâvut’un silahı olan taşlarla bu saldırıya mukavemet ettiler. Cümle Müslümanların onurunu korurken İsrail polisi tarafından dayak yediler, yerlerde süründüler, yaralandılar. Elhamdülillah şimdilik püskürtülen işgal girişimi sonrasında sanki hiçbir şey olmamışçasına öğle namazını kılmak üzere yeniden meydanı temizlemeye başladılar.
Her dem yeniden doğarız bizden kim usanası dercesine…
Kardeşlerimiz kendilerine yapılan bunca zulme karşılık ;
Ey anne, anne, anne!..
Anne evimizi yıktılar.
Kardeşlerimizin ve komşularımızın evini yıktılar.
Üzülme anne, evlerimizin yıkılması sadece taşlarımızı artırır.
Yeniden ev yapmak için bize malzeme olur.
Biz Filistinliyiz. Terörist değiliz.
Biz hak yoldayız anne.
Biz evlerimize dönmek istiyoruz.
Ey annem, annem annem!…1
Diyerek gülüp oynadıkça Siyonistler daha da tozutuyor. Biz de Milyonlarca Müslümanı uyuduğu güzellik uykusundan hangi guguk kuşu uyandıracak diye gözümüz sosyal medyada merak içinde bekliyoruz.
1 Ajans Filistin https://www.instagram.com/p/COTc1BfJEfZ/
Yorumlar