Kültürel

Hattat Hamid Aytaç’ın Vefası

0

Ömrünü hat sanatına adamış Diyarbakırlı hattatımız Hamid Aytaç’ı minnetle yad ediyoruz.

Asıl ismi Şeyh Musa Azmi olan nâm-ı diğer Hamid Aytaç Diyarbakır’da dünyaya gelmiştir. Zülfikâr Ağa’nın oğlu olup dedesinin de hattat olduğu kaynaklarda geçmektedir. İlk ve orta tahsilini doğduğu şehirde yapan Hamid Bey çocukluğunda yazı ve resim dersleri almıştır. İstanbul’a gelerek önce hukuk, sonrasında sanayi-i nefise mekteplerine devam etmiştir. Fakat babasının vefatıyla geçimini temin için çalışmak durumunda kalmış; tahsilini tamam edememiştir. Yazı ve resim hocalığıyla birlikte bazı matbaalarda hattatlık yapmıştır. Musa Azmi, Cağaloğlu’nda “Yazı Yurdu’nu” açıp eserlerinde “Hamid” imzasını kullanmıştır. Bununla ilgili şöyle der: “Azmi ismiyle azmedip hüsn-i hattı öğrendim; neticesinde hamd ederek Hamid ismini aldım.”

Hamid Bey gelenekli sanat anlayışı usulünde bir icazetname sahibi olamamış fakat dönemin birçok üstadından yazı konusunda ziyade istifade etmiştir. Sanat camiasının üstadları tarafından kabul görmüş, takdir edilmiştir. Kendisinin hat tedrisi hakkında şöyle söyler: “İstanbul’da sülüs celisini Mehmed Nazif, sülüs ve neshi Kamil Efendilerden, ta’liki de Hulusi Efendi’den meşk eyledim.”

Çocukluğundan bu yana yazıya olan sevgisi ve kabiliyeti hüsn-i hatta ilerleyip yetişmesinde büyük rol oynamıştır. 13 yaşında iken Sultan II. Abdülhamid Han’a tahta çıkış yıl dönümü münasebetiyle tuğra yazmıştır. Ömrünü hat sanatına vakfeden Hamid Aytaç çok sayıda eser bırakmıştır. Bu eserlerden Şişli Camii ile ilgili hatırasını gelin kendisinden dinleyelim:

“Şişli Cami’nin cümle kapısına konulacak ayetin müsenna celi sülüs olarak yazılması istendi. İstifi önce kurşun kalemle tasarladım. Sonra kamış kalemle yazmaya başladım fakat lam elifleri yerleştiremedim. Yorgunluktan gözlerimi kapatınca uyku ile uyanıklık arası yakaza denilen bir hal geldi. Lam elifler istifte yerine yerleşerek gözümün önünden geçti. Işığı açıp heyecanla hemen istifi tamamladım. “

Hamid Aytaç Eyüp Sultan Camii kubbe yazısı, Pendik Camii ve Ankara Kocatepe Camii’nin yazıları gibi çok sayıda camiyi de hattıyla ziynetlendirmiştir. İki Kur’an-ı Kerim yazmıştır. Kartvizitler, kitabeler ve çok sayıda levhaları da ömrüne sığdırdığı güzelliklerdendir.

Aşağıdaki levha Hamid Bey’in kaleminden çıkmıştır. Celi sülüs hattıyla yazmış olduğu Ankebut Suresi 69. ayet-i kerime mealen şöyledir:
Bizim uğrumuzda cihad edenlere (ve çaba gösterenlere) (gelince); biz onları elbette yollarımıza eriştiririz. Şüphesiz ki Allah iyilik (ve iyi iş) yapanlarla beraberdir.”

Hamid Aytaç Osmanlı’nın son devrinin büyük hattatı olmasının yanında hat sanatının da kurtarıcısıdır.

Peki bu kadim sanatı nasıl ve neden kurtardı?

Harf inkılabından sonra hat sanatı sekteye uğramıştı; bir çok hattat yazıhanelerini kapatmak durumunda kalmıştı. Alfabenin değişmesiyle yeni döneme geçilmiş bununla birlikte hattatlar yazıdan kopmasa da bir nevi koparılmıştı. Eski Türkçe adıyla anılan Osmanlı Türkçesi ve Arap harflerinin kullanımı da yasaklanmıştı. Modernleşme sancısı, batıya ayak uydurma çabaları bir sabah hattatlarımıza, alimlerimize yeni kabul edilen harfler karşısında vasıfsız bir konum yüklemişti. Yenilik arayışı aslında milletimizi bir yozlaşmaya sürüklüyordu. Bu durum kendi özünden koparılıp, kültüründen utanan köksüz nesillerin yetişmesine de sebep olmuştur. İslama olan ön yargı sadece batı menşei değil aynı zamanda kendi içinde de yabancılaşma, özünden uzaklaşmaydı. Asimile olmak tabiri buraya konsa çok da yersiz olmaz.

Gelelim o dönemin hattatlarına… Elleri öpülesi o mübareklerin hepsi geçim gailesiyle başka meslek gruplarına yönelmek durumunda kalmıştı. Bağcılık yapan mı desek, kahrından üzüntüsünden felç geçiren mi desek bilemedim, kelimeler kifayetsiz… Osmanlı hattatı Hamid Bey ise hattı bırakmadı veyahut yazı onu bırakmadı. O dönemdeki zorluk ve meşakkatlere rağmen hiç vazgeçmedi. Hat sanatı bugünlere geldiyse bunu Hamid Aytaç’a borçluyuz. Osmanlı ile Cumhuriyet devri arasında bir köprü görevi görmüş bu büyük sanatkârımıza ne kadar dua etsek ömrümüz yetmez.

Hamid Bey ile ilgili bir hatıratı aktarmak isterim: Talebeleri yazılarını göstermeye gittiklerinde Hamid hoca derslerine bakar, altına çıkartmasını yaparmış. Bir keresinde ders esnasında elinde kalemi ile uyuyakalmış. O dönemin talebesi şimdinin üstadı olan zatlar hiç bir şey olmamış gibi ses etmeden beklemişler. Hocaları gözlerini açınca elinden bırakmadığı kalemiyle kaldığı yerden meşklere bakmaya devam etmiş.  Hocanın azmi, talebenin de irfanı olunca hat sanatı yeniden Hamid Aytaç ile şahlanmış. Talebeleri de hocasının izinden gidip hüsn-i hattın yok olmaması için sebat etmişlerdir. İdrak edip kıymet bilenlerden olmak niyazıyla.

Aşağıdaki Hamid Bey’in nesillere şifa celi sülüs istifini seyrinize sunarız. Zümer Suresi 9. ayet-i kerimenin meali de dikkatlere şayandır.

 “Bilenlerle bilmeyenler hiç bir olur mu?

B. Şerife
Kuşlar konmuş sesinin tellerine, sanırsın bahar gelmiş.

    Avrupa’yı Dize Getiren Hakan “Attila”

    Önceki içerik

    Fobi mi Kin mi?

    Sonraki içerik

    Yorumlar

    Yorum Yaz

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir