Âb-ı Hayat

Hz. Ali: Sultânü’l-Evliya

2

“Mutasavvıfların pîri”

Hz. Ali (r.a.); kendisine ledünnî ilim verilmiş olandı.
“Efrâd” diye anıldı çünkü kalbî ilimde en önde olandı.
Tasavvufî makam ve hallerden bahsedenlerin ilkiydi.
Tasavvufta en değerli ilim tevhid ve mârifet ilmidir. Bu ilimlerle amelde mutasavvıfların pîri, sûfîlerin sahabe içerisinde rehberi kabul edilen Hz. Ali’dir (k.v.).
Câfer-i Sâdık, nûr-i Muhammedî ile ilgili Nûr Sûresi 35. âyeti açıklarken; “Allah’ın bütün nurlarından tam nasip Peygamber Efendimiz’e (s.a.s.) âittir. (Dört Raşid halife Peygamberin nuruyla aydınlanmıştır.) Dolayısıyla Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali’nin nûruyla Allah’ın nûruna kavuşulur.” der.

Hz. Ali (r.a.); sahâbeler içerisinde mânâ ilimleri hususunda yüksek bir mertebededir. Mânânın künhüne vakıf olma yolunda yürüyen dervişlere kaynak olabilecek, çok güzel özellikleri bulunduğundan bahsedilir.

“Usûlde ve belâda pîr, Hz. Ali’dir”

Usûl; tasavvuf yolu ile ilgili bilgilerdir. Denilir ki; “Usûlu olmayanın vusûlü olmaz.”  Yani usulü terk eden kişi gerçek sevgiliye vuslattan uzaklaşır.
“Belâ” ise Allah’ın kullarına yüklediği dini sorumluluklar ve imtihanlardır. İnsan her nimete bir belâ, her belâya da bir nimet gözüyle bakmalıdır.
Sûfi olmak; lütfun da hoş kahrın da hoş diyebilmektir.
Cefada da safada da rızâ halinden ayrılmamaktır.
Belâda “mübtelî”yi yani belâyı veren Allah’ı görmektir.
Cüneyd-i Bağdâdî’ye göre belâ;

Ariflerin yolunu aydınlatan bir meşaledir; müridler için uyanış, gafiller için helâk olma sebebidir.”

İnsanın rûhi ve manevî özelliklerinin tümü ibtilâ (denenme) halinde ortaya çıkar. Nasıl ki deriye tabaklama yapılarak canlıyken sahip olduğu dayanıklılık ve yumuşaklık kazandırılıyorsa insan için de ibtilâ odur. İnsanın gerçek kişiliği mihnette belli olur.
Hz. Ali (r.a.) usulde ve belâya katlanmakta  en önde olandı. Tarihi kaynaklar onun müttakilerin velisi olduğunu yazdı.

Ebû Nuaym el-Isfahânî Hilyetü’l-Evliya’sında ilk üç halifeden sonra Hz. Ali’nin şahsiyetini bakınız nasıl tanıttı:

Kavmin efendisi, Meşhûd’un (peygamberliğine şâhid olunan) muhibbi ve Allah’ın mahbûbu, ilim ve ilimler şehrinin kapısı, Resûlullah’ın sohbetlerine muhatap olanların önde geleni, işâretlerden mânâlar çıkaran, hidâyete erenlerin öncüsü, Allah’a itaat edenlerin en nurlusu, müttakîlerin velîsi, âdillerin imamı, Hz. Peygamber’in davetine icabet eden ve iman edenlerin ilki, hüküm çıkarmada en isabetli ve yakînde en ileri, hilmde onların en büyüğü, ilmi en çok olan, müttakîlerin örnek aldığı kimse, ârifler içinde marifet ziyneti en güzel olanı, tevhid hakîkatlerini haber veren, tefrîd ilminin inceliklerine işâret eden, çok akleden bir kalbe sahip olup, (ilmi elde etmek için) çok soran biriydi, duyduğunu unutmazdı.

Hz. Ali’nin diğer özellikleri ise ahde vefâ gösteren, fitnelerin kaynağını kurutmaya çalışan, sıkıntılı dönemlerde fitneye düşmeyerek kendini koruyan, ahitlerini bozanları kovan, zâlimlerin burnunu yere sürten ve mürtedleri zillete düşüren, Allah’ın dini hususunda sert durup taviz vermeyen, Allah’ın zâtı hususunda (kötülük yapmak isteyenlere karşı) pervasız davranan bir şahsiyet olmasıdır.”

Hz. Ali’nin özellikleri Isfahânî’nin zihin dünyasında tasavvufa yeni anlamlar yükledi. O’nun şahsiyetine bakarak “Tasavvuf; perdeleri kaldırarak gönül gözünü açabilmek ve gayb âlemini görebilmektir” dedi.

Hz. Ali’nin zühdü ve dünyayı hiçe saymasıyla “Tasavvuf; geçici dünyâ malıyla avunmayı bırakıp hedefe doğru ilerlemektir.” diyerek sûfilere asıl hedefe dair işaretleri kaydetti.

Sonra “hazine bağışlayan ulu velî” ünvanıyla meşhur Hücvîrî Hz. Ali’yi (r.a) anlattı:

O; belâ denizinin dalgıcı, dostluk ateşinin yakıp kül ettiği, evliyâ ve asfiyânın rehberidir. Tasavvuf yolunda şânı büyük, derecesi yüksektir.

Ve Mevlânâ Celaleddin Rûmi Mesnevî‘sinde Hz. Ali’den şöyle bahsetti:
İlim şehrinin kapısı, hilm güneşinin ışığı, merhamet sahibi, Allah’ın arslanı, hidayet göklerinin kapıcısı, hidayet göklerinin perdelerini açan, iman ve aşk ehli, hilm, sabır adalet dağı, hakikat ve marifet bahçesi, cömert, sadece Allah’a kul, gönlü sıkıca Hakk’a bağlı olan ve görerek iş yapan, Hak ve hakikat nuru ile parlayan bir ay, Peygamber güneşinin ayı, hür kişi, Hakk’ın sıfatlarıyla muttasıf, kötülük edene bile iyilik eden, ruh efendisi, yiğit oğlu yiğittir.

Neden Evliyalar Sultanı Hz. Ali denilmiş bir nebze arzetmeye çalıştığımız yazımızın sonuna gelmişken aşk denizinden bir damla olan şu şiirle veda edelim isteriz.

Hz. Ali’de (r.a.) var olduğu vasfedilen nur ile Aşık Yunus’a bu mısraları yazdıran nur arasında kuvvetli bir bağ olsa gerek değil mi?

Aşkın aldı benden beni, bana seni gerek seni
Ben yanarım dün ü günü, bana seni gerek seni
Ne varlığa sevinirim, ne yokluğa yerinirim
Aşkın ile avunurum, bana seni gerek seni

(Haftaya yazımızın devamı yayınlanacaktır.)

Aşk Olmadan Meşk Olmazmış

Önceki içerik

2 Yorum

  1. Aşk ile okudum Allah razı olsun

  2. Yazıyı okurken burnunun direği sızlıyor insanın, Ali’yi görenlerden, Ali değenlerden olmaklığımız duası ile…

Yorum Yaz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir