Âb-ı Hayat

Kalbin Anahtarı

1

Hakk’ı zikir esnasında Allah ile huzura ermiş olmadığından dolayı sakın zikri terk etme! Çünkü Hakk’ın zikrini ihmal, zikirde gafletten daha ağırdır. Cenâb-ı Mevlâ seni gafilâne zikrinden uyanıklığa, uyanıklıkla zikirden kalp huzuruna, kalp huzuru ile zikirden Allah’ın gayrini terk edip yalnız Allah ile zikirde bulunma derecesine yükseltebilir. “Hem Allah’a göre bu zor bir iş değildir” (İbrahim 14/20).”  (Hikem-i Atâiyye, 50. Hikmet)

Atâullah el-İskenderî Hazretleri zikri ihmalin, zikirdeki gaflet halinden daha ağır olduğunu söylüyor. Bir şeyleri zahiren de olsa yapmak asıl istenilen olmasa da yine de mühimdir ama konu zikir olunca bize lazım olan, mânâyı tahsil etmektir. Gafletten uyanıklığa geçmek yani mânâya uyanmaktır.

Belki bilirsiniz, Black filminde doğuştan kör ve sağır olan bir kız vardı. Kelimeleri ve onların bir anlamı olduğunu öğrenemediğinden hal ve harekâtı yabaniydi. Hiç kimse ona bir şey öğretemiyordu. Sonra işin ehli bir öğretmen geldi ve ona yavaş yavaş, kendi yöntemleriyle her şeyin bir mânâ taşıdığını öğretmeyi başardı. Kız öğretmeniyle irtibat kurabilmiş, ve mânânın varlığını idrak etmesiyle yepyeni bir hayata uyanmıştı.

Zikir denildiğinde salavatı da düşünebiliriz. Öyle muazzam bir dua ki gafletle bile okunduğunda ecrinin eksiksiz yazılacağı bildiriliyor. Fakat Resûlullah’ın ümmeti olarak, okunan her salavattan kendisinin haberdar olduğunu bilerek okumak ve kalbî muhabbet ile o irtibata geçmek elbette idrak ve yakınlığı da farklı bir boyuta taşıyacaktır.

Bununla ilgili siyer-i nebiden şu örneği aktarmak isterim:

Bir gün Efendimiz bir tehlikeden dolayı “Keşke birisi bu gece nöbet tutsaydı.” dediğinde kapıda sahabeden Sa’d bin Ebi Vakkas beliriyor. Efendimiz ne için geldiğini sorunca “Bu gece burada beklesem iyi olur diye içime doğdu ya Resûlullah” diyor. Yakîn olanın hâlini bu hadise üzerinden de müşahede ediyoruz.

Mutasavvıflar “Zikir, zikredilenden gayrısının unutulması, Allah Teâlâ’nın ise hiç unutulmamasıdır. Her daim Hakk’ın huzurunda bulunduğunu kulun müşahede etmesidir.” derler. Bu tanım ışığında biz de zikri sadece tesbih, namaz, dua olarak değil; kulun niyeti, Allah’ın inayetiyle tüm hayatı ihata eden bir unutmayış olarak düşünelim.

“Onlar ki namazlarında daimdirler.” (Mearic, 70/23) mealindeki ayeti kerime Hz. Mevlânâ’nın beyitlerinde şöyle geçer:

Penç vakt amed salatı rehnümun
Aşıkanra fi salâtı dâimun

Onlar dinin emrettiği beş vakitle yetinemezler ve her anlarını ruhanî bir namaza tebdil ederler (dönüştürürler.) Aşıkların hâli böyledir, tıpkı balığın suya kanmadığı gibi onlar da o ab-ı hayatı bulmuşlar, o deryanın balığı olmuşlardır, artık O’nsuz olamazlar.

Atâullah el-İskenderî Hazretleri de bu zikri yani Allah’tan gayrini terk edip Allah ile zikretmeyi en yüksek derecedeki zikir olarak nazarlarımıza verirken, gafletle dahi olsa zikri ihmal etmemek ve sebat etmekle hep daha güzele yükselmenin Allah Teâlâ’nın lûtfuyla mümkün olduğunu müjdeliyor.

Konuyla ilgili şu iki söz ile tamamlayalım yazımızı.

“Seyr-i süluk-i kalbinin ve hareket-i ruhaniyenin miftahları (anahtarları) ve vesileleri, zikr-i ilahi ve tefekkürdür.” (Said Nursi)

Şehvet kalbe galip geldiği zaman, kalbin en derin hücrelerine nüfuz edemese dahi, şeytan oraya yerleşir. Kötü sıfatlardan uzak olan kalplere gelince, o kalplerde şehvet olduğu için değil, zikirden gaflet edildiği zaman şeytan o kalplerin kapısını çalar. Fakat o kalpler zikre sarıldıkça şeytan geri çekilir.(İmam Gazali)

Beş Şehir

Önceki içerik

Canlılığın Ortak Özelliği: Hareket

Sonraki içerik

1 Yorum

  1. Feyiz dolu muazzam bir yazı olmuş.
    Çok etkilendim. Allah cc razı olsun 💚
    Rabbim cc gaflete düşmekten muhafaza etsin, idrakimizi, yakınlığımızı arttırsın inşallah 🤲🏻

Yorum Yaz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir