Kimliğimi kaybettim hükümsüzdür.
Eskiden resmi gazeteye ilan vererek kimliğinizin geçersiz olduğunu bildirirdiniz.
Şimdilerde ise sosyal mecralarda yayımladığımız şeyler kimliğimizin veya kimliksizliğimizin bir göstergesi haline geldi.
Çoğu zaman aradığınız bir ismi bulabilmek, ismin başındaki akademik unvanlarla mümkün olabiliyor. Bir nevi unvanlar ülkesi haline geldik.
İnsana doğumundan ölümüne hayatı boyunca birçok rol biçiliyor. Peki bu rollerden oynayanın haberi veya rızası var mı?
Doğuyor kulağına ezan okunuyor ve bir isim fısıldanıyor. O isim bebeğe konulurken “Evladım, adın ne olsun?” diye soran olmuyor. Sadece sen falancasın deniyor. Çocuk zaman içerisinde kendisine uygun görülen o ismi ya benimsiyor yada beğenmeyip değiştirmeye kalkışabiliyor.
Seneler geçtikçe kendisine çocuk, genç, kadın, erkek, hoca, talebe, profesör, doktor, köylü, şehirli, evlat, anne, baba, kardeş, güzel, çirkin, şişman, zayıf, gibi bir çok ana ve yan roller biçiliyor. Elinde olmadan bir etiketlemeye maruz kalıyor. Belki oynamayı beceremediğini düşündüğünden, kendisine bu rolün neden verildiğini anlamlandıramadığı nice buhranlar geçiriyor.
İnsan sosyal bir varlık olduğu için bu buhranlar yalnız kendi hayatı ile sınırlı kalamıyor dalga dalga yayılarak bir virüs gibi toplumun her kesimine sirayet ediyor.
Kendisini tanımaya hayatı anlamlandırmaya çalışan bu insan prototipi, mutluluğun; güzellik, şöhret, kariyer, zenginlik gibi sosyal kimliklerden geldiği inancıyla hem kendisi hem de toplumun diğer bireyleriyle canhıraş bir savaşa girişiyor.
Oysa ancak kendisiyle ve oynadığı rol ile barışık olan, bir gün bu rolün de sona ereceğini bilen insan hakikatte mutlu olabiliyor.
Belki de sormam gereken tek bir soru var.
Tüm bu unvanları, rolleri ve maskeleri kaldırdığım zaman “BEN” dediğim şeyden geriye ne kalıyor?
Bir zamanların meşhur repliğini hatırlarsınız, birisi suç üstünde yakalandığı zaman sinirlenir; “Sen benim kim olduğumu biliyor musun!?” diye sorardı. Elbette maksadı soru sormak değil, karşısındakini ezmekti ama bu cümleyi hep kimlik arayışındaki bir insanın sorusu olarak algılamışımdır.
Kış günü, Nasreddin Hoca İnegöl’den geçerken bir adam görmüş. Yanına varmış, selam vermiş, konuşmuşlar, dertleşmişler. Yollarına devam etmek üzere ayrılıp biraz uzaklaşınca adam, dönüp seslenmiş:
-Efendi! Sormak ayıp değil ya, sen kimsin?
-Ben de seni bilemedim. Sen kimsin?
-Az önce yanıma geldiniz. Konuştuk ya…
Hoca, boynunu büküp şöyle demiş:
-Baktım, sarığın sarığıma, kaftanın kaftanıma benziyor. Ne bileyim, ben seni ben sandım!1
Kimsiniz? Kimlerdensiniz? İsminizi bahşeder misiniz haşmetmeab?
Bendeniz; İnternet ülkesinin google şehri, facebook mahallesi, instagram sokak, twitter apartmanından, bir gün gelip hesabı ödeyecek olan sarı çizmeli Mehmet Ağayım…
1-İbrahim Demirci, 100 Temel Eser/Nasreddin Hoca Fıkraları, Konya, Kültür A.Ş., S-110
Kalbimi bıraktım yazınıza.♥️