6 Şubat 1952’de tahta çıktığında; Avusturalya, Birleşik Krallık, Güney Afrika, Kanada, Yeni Zelanda, Pakistan ve Seylan’ın Kraliçesi olan II. Elizabeth, bugün İngiliz Milletler Topluluğu üyeliği olan 16 ülkenin kraliçesidir.
Şahsen siyasetten de ülkelerin yönetim biçimlerinden de pek anladığımı söyleyemem; Meşrutiyet, Genel Vali, Başbakan ve Kraliçe bir ülkeyi nasıl yönetir onu hiç bilemem. Lakin bildiğim bir şey varsa İslam düşmanı olan İngilizlerin ahtapot gibi kollarının uzanmadığı yer ve sömürgecilik faaliyetleri kapsamında yapmadıkları zulüm kalmadığıdır.
Geçtiğimiz günlerde İngiliz Milletler topluluğunun üyelerinden olan Kanada’da, 1869-1978 yılları arasında faaliyet gösteren Kamloops Kızılderili Yatılı Kilise Okulu’nun bahçesinde, 215 çocuğun ceset kalıntıları bulundu. 1831-1996 yılları arasında 150 binden fazla yerli çocuk zorla ailelerinden alınarak kiliselerin yatılı okullarına yerleştirilmiş okullarda görevli rahip, rahibe ve öğretmenler tarafından şiddet ve istismara uğramışlardı.
Kanadalıların yerli halkı asimile etmek için sistemli bir şekilde çalıştıkları ve kendileri bunu pek dillendirmeseler de bir soykırım yaptıkları hakikati yavaş yavaş gün yüzüne çıkıyor. Bu daha başlangıç. Yerli kabileler arasında uzun süredir yatılı okulların bahçelerine gömüldüğü düşünülen kayıp çocuklardan bahsedildiği gelen haberler arasındaydı. Yalnız çocukların değil, Kanada’da yetişkin yerli kadınların da kayıp ve cinayete uğrama oranlarının diğer halklara oranla %12 daha fazla olduğu söylenmekte.
Kanada hükümetinin 2016-2019 yılları arasında yürüttüğü bir araştırmada, Kanada Devleti’nin yerli kadınlara yönelik “ırka dayalı soykırımda bulunduğu” tespit edildi. Bu süre zarfında sorunların çözümüne dair 900’den fazla öneri sunulmasına rağmen hükümet tarafından hiçbir adım atılmadı.
Fark ettiğiniz üzere sicili pek temiz olan bir ülke değil Kanada. 2018’de bir Kanada vatandaşı, kullandığı kamyoneti kasten yayaların üzerine sürerek 10 kişinin ölmesine ve 14 kişinin de yaralanmasına sebep olmuştu. Yakın zamanda Londra kentinde akşam dolaşmaya çıkan Pakistan asıllı Müslüman bir aile aynı yöntemle katledildi. Aracıyla kaldırıma çıkan bir cani Salma Afzaal (46), eşi Madiha (44), kızları Yumna (15) ve 74 yaşındaki büyükannesi Talat Afzaal’ı ezerek öldürdü. 9 yaşındaki oğulları Fayez ise ağır yaralandı. Londra polis şefi Steve Williams, ailenin “Müslüman oldukları için” hedef alındığını söyledi. Yine bir Anti-İslamizm hareketiyle karşı karşıyayız. Bu konuda yapılan bir çok araştırma var. Kanada Waterloo Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde öğretim üyesi olan Sarah Wilkins’in on sekiz yaş üzeri 4202 kişi ile yaptığı araştırma sonucunda, tüm dini ve etnik topluluklar arasında Kanadalılar tarafından en sevilmeyen kişilerin Müslümanlar olduğu ortaya çıktı.
Bu okun bir ucunun ülkemize doğru yöneltilmiş olduğunu görerek benzer minvalde bir konuya da değinme gereği duyuyorum.
George W. Bush’un da bir dönem danışmanlığını yapan, Ortadoğu ve İslam Tarihi alanlarında uzman Amerikalı tarihçi Bernard Lewis gerek kitaplarında gerekse gazetelere verdiği demeçlerde savaş sırasında Ermenilerin Anadolu’dan sürülmelerinin bir holokost/soykırım olmadığını, savaş şartları içerisinde Osmanlı’nın kendi topraklarını Ruslarla işbirliği yaparak köylerde katliam yapan Ermenilerden koruma çabası olduğunu dile getirmiştir. Bu sürülme kış aylarında gerçekleştiği için hastalıktan, soğuktan ölenlerin olduğu ve savaş dolayısıyla sürülen Ermenilerin güvenliğini sağlayacak yeterli Osmanlı askeri bulunmamasından dolayı da bir kısım çetecilerin saldırması sonucu istenmeyen hadiselerin meydana geldiğini belirtmiştir. Burada soykırım iddialarını delillendirecek tarihi hiçbir belgenin mevcut olmadığını da belirtmek yerinde olacaktır. Kaldı ki Osmanlı savaş suçlularını cezalandırma konusunda hızlı davranmış, bu sürülme sırasında suç işlediği tespit edilen 1673 kişiden 67’sini idama, 524’ünü hapis cezasına, 68 kişiyi ise kürek cezasına mahkum etmiştir.
Anadolu’da beraber yaşadıkları Müslüman komşularını öldürmeye varacak kadar adice bir katliam yaparak ayaklanan Ermeniler, Osmanlı toprakları üzerinde bir Ermenistan Devleti kurmak istiyordu. Bırakın Osmanlıyı hiçbir devlet topraklarında böyle bir isyana müsaade etmez, edemez. Bugün Ermeni diasporası soykırım iddialarını, güçlü olduğu ülkelerde hukuki ortama taşıyarak, Türkiye’den tazminat ve sürüldükleri toprakları talep etmektedir. Şimdiye kadar ise Türkiye aleyhine açtığı hiçbir davayı kazanamamıştır.
Ne kadar Filistin’deki Yahudi meselesine benziyor değil mi? Tarih boyunca yaptıkları haksızlıklardan dolayı sürülen Yahudiler geri dönüp toprak taleplerinde bulunabiliyor, ama kendi topraklarında katledilen, oradan oraya hicrete zorlanan Filistinlilerin yasal olarak böyle bir hakları yok.
Gömüleceğimiz bir karış toprak için çevrilen oyunları düşününce insan hakikaten üzülüyor. Biz Müslümanlar savaş şartlarında bile olsa haksız yere cana kıymanın vebalini bilen insanlarız. Dinimiz komşuluk hakkına riayet etmeyi emrederken, haksız yere cana kıymayı bize yasaklıyor. Peki sizi tutan nedir? Geçmişe dönüp baktığımızda, kilise yönetimi tarafından bizatihi katledilme emirlerinin verildiği masum insanlar ortadadır.
Türkiye’nin sözde soykırım yaptığını ilk onaylayanlardan olan Kanada’nın durumu ise malum. Onlara denilebilecek tek söz var, dinimize dahleden bari müselman olsa!
Yorumlar