Çoğumuz şehirlerde yaşayan insanlar olarak çiftliklerden, tarlalardan, su kaynaklarından, meyve bahçelerinden yani yaşamımızı sürdürmemiz için gereken hammadde kaynaklarından uzakta yaşıyoruz. Oysa insanlık binlerce yıl boyunca bu hammadde kaynaklarının yakınında yerleşmeler kurdu ve tükettiği her şeyi doğadan elde etti. Ve şehirleşmenin artmasıyla son 100 yılda binlerce yıllık uygarlıkların yaptıklarının tam tersine, insanlar artık yaratılmış değil, üretilmiş ürünleri tüketmeye başladı. İlerleyen süreçte bu öyle bir sektör haline geldi ki, insanlar binlerce yıl boyunca hiç tüketmedikleri şeyleri yiyecek ve içecek adı altında tüketmeye başladı.
Bugün soframıza gelen gıdaların tamamı evimize ulaşana kadar belli süreçlerden geçiyor. Bugün ne içtiğimiz sütün, ne yediğimiz meyvenin, ne de pişirdiğimiz yumurtanın tam olarak “kaynağını” bilmiyoruz. Çünkü kaynağa uzak olarak, şehirlerde ve çoğunlukla apartmanlarda yaşıyoruz. Biz ekip biçecek tek bir karış toprağa sahip değilken, elimizdeki toprağı da betonla doldurarak “sözde” medeniyete ulaştığımızı sanıyoruz. Fakat medeniyet dediğimiz “tek dişi kalmış canavar” bize içeriğinde katkı maddeleri bulunan ürünlerden pek de farklı bir şey vaat etmiyor. Bugüne kadar hiç ekmek pişirmemiş, dalından elma koparıp yememiş, tavuk kümesinden gidip yumurta almamış, ineğinden süt sağmamış milyonları aşan nüfus; artık bu “medeniyet” dediğimiz canavara muhtaç durumdadır. Yarın bunları üretmek istediğimizde ne ekecek toprağımız ne bir tavuk besleyecek bahçemiz ne de meyvesinden faydalanacak ağacımız olmadığını anladığımızda maalesef bazı şeyler için geç olacak.
İşte bu karamsar tabloda bize “gıda” olarak sunulanların içeriğinde yıllar önce mobilyacılıkta kullanılan cilalar, petrol bazlı kimyasallar, vücuda etkileri bilinmeyen koruyucular, kanserojen olduğu tespit edilmiş katkılar olduğunu öğrendiğimizde ise işin boyutunun ne kadar “hayatî” olduğu net olarak ortaya çıkıyor. Bu karamsar tablodan kurtulmanın ise birkaç yolu var: Ya bu gerçekleri görmezden gelecek ve kendinizi endüstrinin kollarına bırakacaksınız ya da doğal, sağlıklı ve katkısız tüketim için kılı kırk yaracaksınız. Bugün yaşadığımız süreçte bunları araştırıp irdeleyenlere “abartıyorsun” denilen bir ortamda, tayyip (helal olduğu için iyi ve güzel olan) ve helal olanı aramak inanın ki samanlıkta iğne aramak kadar zor.
Buna rağmen Türkiye’de Anadolu gibi bir coğrafyanın bağrında ümitlerimizi yeşertecek elbette çok şey var. Doğru ve sürdürülebilir bir tarım politikasıyla, sistemin dayattığı ilaçlı üretimlerden kurtularak, toprağımızı verimli kullanıp ithalata bağlılığımızı azaltarak, köylerimizi modernize ederek bu tabloyu tersine çevirmemiz elbette mümkün. Bugün okyanus aşırı ülkelerden hayvan ithalatı yapılan süreçte biz hayvancılığın beşiği olan Anadolu’ya sırtımızı dönerek ilerlediğimizi sanıyoruz. Sırtımızı döndüğümüz bu coğrafyada tarımın ilk adımlarını da, şehirleşmenin ilk örneklerini de müthiş bir sentezle tarih içerisinde görmekteyken; biz bu senteze gözümüzü kapatıp salt batı hayranlığıyla kendimizi endüstriye teslim ediyoruz.
Böyle bir süreçte soframıza getirdiğimiz her ürünün içeriğini incelemeli, gıdaların kaynaklarını sorgulamalıyız. Salt etiket okuyarak değil, okuduğumuzu anlayarak ve hayatımıza katacak şekilde yorumlayarak daha uzun süreli, sürdürülebilir tüketim sağlamalıyız. Bunu sadece kendimiz için değil – daha da önemlisi – çocuklarımız ve gelecek nesiller için de yapmalıyız. Böylelikle onlara daha sağlıklı bir hayat öngörebiliriz. Bu mücadelenin en başında ise gıdada tam bağımsızlık ilkesiyle; modernize edilmiş tarım politikaları ve toprağa/doğaya dayalı, ilaçsız bir üretim modelinin olması elzem görünmektedir. Bunları milli bir politikayla ortaya koyduğumuzdaysa bu toprakların bizlere bahşedecekleri endüstrinin dayattığı ile değil; yaratanın en güzel şekilde yarattığı ile sınırlı olacaktır. Bu sınır ve çizilen çerçeve ise bizleri daha sağlıklı nesillere ulaştırmaya yetecek ve artacaktır.
Teşekkürler.Bu tip uyarıcı konuları daha sık bir şekilde mümkün olduğunca yazmanızı rica ederim.
Allah razı olsun. Bildiğimiz ama gözardı ettiğimiz ne çok şey var.