Kültürel

Ortaköy Camii

0

İstanbul’la ilgili dergi ve gazete haberlerini, İstanbul’da geçen filmleri, videoları zenginleştiren, görsel simge olan bir camiden bahsetmek istiyorum bu hafta. Adı kayıtlarda Büyük Mecidiye Camii olarak geçse de İstanbullular onu Ortaköy Camii diye tanır.
Kristalimsi mavi ışıltılarla parlayan denizin boynundaki muhteşem gerdanlığın tam altında beyaz eteklerini açmış bir gelin gibi durur Ortaköy Camii.
Giriş kapısı üzerindeki kitâbede 1854 yılında Sultan Abdülmecid tarafından inşa ettirildiği yazar.
İstanbul’u camiler, kasırlar, saraylarla süsleyen ünlü Balyan ailesinin bir ferdi ve Dolmabahçe Saat Kulesi, Çırağan Sarayı, Ihlamur Kasrı ve Adile Sultan Kasrı gibi binaların da mimarı olan Nigoğos Balyan tarafından zarif bir mimari ile barok üslubunda tasarlanmış.

Yapıldığı dönemin diğer selâtin camilerinde olduğu gibi harim bölümü ve hünkâr kasrından oluşuyor. Son cemaat yeri dikdörtgen bir giriş holü şeklinde. Giriş holü dışındaki diğer cephelerde iki sıra halinde yuvarlak kemerli büyük pencereler bulunuyor. Bu pencereler dört bir yandan güneş ışıklarını taşıyor ve boğazın olanca ışıltısını ve rengini, caminin içine ahenkle dolduruyor. Caminin iç duvarları kırmızı beyaz ve pembe hareli taş taklidi sıvalarla kaplanmış.

Duvarlara asılı “dört seçkin dost” anlamına gelen ve Hazreti Ebubekir, Hazreti Ömer, Hazreti Osman ve Hazreti Ali’nin kıymetli isimleri yazılı  çehâryâr-ı güzîn hatları ve minberin üzerindeki kelime-i tevhid Sultan Abdülmecid, diğer eserler ise Ali Haydar Bey tarafından yazılmış.
Mermer mihrabı iç içe geçmiş kabartma bitki motifleriyle, geometrik desenlerle süslenmiş ve pembe taşlarla bezeli. Dış duvarları beyaz kesme taştan yapılan Ortaköy Cami’nin tek şerefeli ince ve zarif iki minaresi var.

İstanbul’un güzelliklerini deklanşörleriyle kaydeden fotoğraf sanatçılarının kadrajında, eşsiz İstanbul Boğazı ve 15 Temmuz Şehitler Köprüsü ile birlikte Ortaköy Camii de yer alır. Bu manzara doğu ile batının, geçmişle geleceğin sentezi, bir İstanbul simgesi, gece ve gündüz tadına doyulmayan bir görsel şölendir.

Bu müstesna eserin gölgesinde, dünyanın incisi Boğaziçi’ni seyrederek çayınızı yudumlarken, kulaklarınıza gelen ezan sesi sizi huzura davet eder. Kıyıya vuran dalgalar, yüzünüzü ısıtan güneş, ciğerlerinize dolan deniz havası ve müezzinin çağrısıyla siz bahşedilen nimetleri iliklerinize kadar hissedersiniz. Dünyanın en güzel şehrini kıymetli bir yüzük taşı gibi süsleyen bu padişah camiinde, dünyanın her köşesinden Müslümanlarla namaza niyet edersiniz. Böylece birbirimize ve Yaradan’a yakınlaşırız belki. Belki bu yakınlık aramızdaki bağların güçlenmesine, bize lütfedilenlerin şükrünü eda edecek idrâka erişmemize vesile olur. İnşallah…

Hayriye
Üniversite için geldiği İstanbul’da yaşaya kalan bir Sivaslı. Bir çift kirazın anneannesi. Hikaye anlatmayı, yazmayı, okumayı, gezmeyi sever.

    Srebrenitsa Çiçeği

    Önceki içerik

    Bir Diğer Pandemi: Diyabet Gerçekleri

    Sonraki içerik

    Yorumlar

    Yorum Yaz

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir