Birey, toplumun en küçük yapı taşıdır, aile ise en önemli kurumu. Son dönemlerde yaşanan sıkıntılar, aileleri endişelendirirken bireylerin de içsel dinamiklerinin dengesinin kaybolmasına sebep oldu.
İyi olma hali bir süreçtir. Yaşamak, bir yolculuk. Bu yolculuğun farkında olmak hepimizi kendi yaşam koşulları içinde daha iyi hisseder hale getirebilir.
Kendi iç dengemizi sağlamak adına bir mesele hakkında sağlıklı bir değerlendirme yapmak istiyorsak, öncelikle ona biraz uzaktan bakmamız daha doğru olur. Aslında yaşanan birçok toplumsal olay insanımızı ürkütür; ekonomik zorluklar, siyasal problemler, toplumsal kaoslar, dünyada yaşanan savaşlar… Daha bireysel düzeye inersek de içsel çatışmalarımız, sorunlarımızı çözemeyişimiz, çaresizliklerimiz ve ailesel problemlerimizle karşılaşırız. Hepsi için basit bir kural vardır.
Hayatta yaşadığımız ve bizi zora sokan her ne varsa, onu çözmek için ona mesafe almak ve mesafe alarak çözmek zorundayız.
Sorunun içinde iken sorunu çözmek pek mümkün değildir. O halde, önce durup nefes alıp “Şimdi burada ne oluyor?” sorusunu sorarsanız, devreye korteks yani bir nevi akıl girmiş olur. Akıl melekelerimiz sorunları çözmeye yeterlidir ama onları kullanmayı öğrenmemiz gerekir. Buna en büyük engel duygularımızdır. Nefes almak, beklemek, düşünmek bu süreci çözmemizdeki en önemli başlangıçtır. Tabii, bu bireysel sorunlarımız için geçerlidir.
İnsan sorumluluk sahibi ve düşünen bir varlıktır ve sürekli gelişmesi, yaşama adapte olması gerekir. Kendini geliştirdikçe sorunları çözme kapasitesi, yaşamaktan zevk alma, duygularını anlama ve yönetme, pozitif düşünme gibi melekeleri de beraberinde gelişir.
Evde oturup sadece korku ve kaygıyı beslemek, zihnin girdabıdır. Bedenin de zihnin de güçlenmesi hep eylemle, harekete geçmekle olur.
Toplumsal sorunlarda etkin bir görevdeysek üzerimize düşeni yaparız. Ama sıradan bir vatandaş olarak evimizde isek, süreci seyredip “Üzerime düşen bir görev var mı? Ben ne yapabilirim?” sorusunu sorabiliriz kendimize. Bu durumda zaten cevabı kendinize vermiş olursunuz. . Yaşadığımız deprem süreçlerinde hepimiz seferber olduk. Ya da hayvan dostlarımıza yapılan zulümde, kendi kapasitemiz neye yetiyorsa yapmaya çalıştık.
Yaşamda her ne yapıyorsak, hangi meslekteysek, günlük yaşamda yapmamız gereken ne ise ona odaklanmak ikinci yapmamız gerekendir. İşimize, yaptığımız şeye odaklanmak ve sorumluluğumuz ne ise onu yerine getirmek, merkezde kalmamızı sağlar. Ayaklarımızın sağa sola kaymasını engeller ve düşme riskimizi azaltır.
Kendimizi merkeze çekmek zorundayız.
Yapımız ya da mizacımız biraz kaygılı ise, sorunlarla baş etme tutumlarımız çok gelişmemiş ise sosyal medyadan ve haberlerden uzak durmamız faydamıza olacaktır.
Psikolojik dayanıklılık yollarında insan, merkezi kendinde tutup duygu ve düşüncelerine odaklanmak ve farkındalığını geliştirmek zorundadır. Esnek olmalıdır; değişen olaylar, durumlar ve şartlar karşısında adaptasyon sağlamalıdır. En önemli konu sosyalliktir. Aile ve arkadaşların birbirine destek olduğu, iletişim halinde bulunduğu, paylaşımların yapıldığı bir çevre en büyük destektir.
Ve sabır… Ne yaşarsak yaşayalım pes etmeden sebat etmeyi öğrenmemiz gerekir ve nesillerimize bunu öğretmemiz en büyük sermayemiz olacaktır.
En çok ihtiyaç duyduğumuz şey de umuttur. Sabır ve umut, yan yana gezen iki arkadaştır. Ama yanlış anlaşılmasın; bu, “Hiçbir şey yapmadan sabret ve umut et” anlamında değil. Yazımın başında söylediğim gibi, eylem ve hareket temel prensiptir. Elimizden gelen her şeyi yaptıktan sonra sabretmek ve umut etmek gerekir. Pozitif düşünmek, umut etme kapasitesini artırır. Yolculuğun farkında olmak, bizi olgunlaştırıp güçlendirecektir.
Bu yolculuğun farkına varmak ve olgunlaşmak dileğiyle…
Yorumlar