Hani bazı insanlar olur ya; Anadolu’nun bir köyünde doğar, gençliğini başka bir şehirde geçirir, bambaşka bir şehirde evlenir ve yıllarca orda yaşar, öldüğü yer ise hepsinden farklıdır. Böyle insanlara denk gelmişizdir. Hatta belki hepimizden bir parça, başka başka yerlere ait olarak yaşamını sürdürmüştür.
Fakat o öyle değildi. Hamâme Nine… Doğduğu yer ile gömüldüğü yer aynıydı. Başka hiçbir şehre uğramayı aklından bile geçirmemişti. Öyle, pek gözü dışarda falan değildi. Başka şehre gitmek gibi bir hayali de yoktu. Yaşadığı hayatı kabullenişi o hayattan aldığı huzurun sırrıydı. Hesap kitap bilmez, kalbindeki ne ise dilindeki de o olan insanlardandı. Yaptığı tek hesap günlük rutinleriyle alakalıydı.
Sabah kalkar, ev ahalisi uyanana kadar hayvanlara yem verir, inekleri sağar, bahçeyi sulardı. Herkes uyandığında hep bir elden sofrayı hazırlar, taze sağılmış süt, kümesten yeni toplanan yumurtalarla güzel bir köy kahvaltısı ederlerdi. Kahvaltıdan sonra yemek artıkları tavuklara verilir, bir de onların karnı bayram ederdi. Çocuklar okula gönderilir, evde kalanlarla hep bir elden temizlik yapılırdı. Ev süpürülür, temizlenirdi.
Sonra dağa gidilip çalı-çırpı toplanarak ateş yakılır ve su ısıtılırdı. Çamaşır ve banyo işleri bu su ile halledilirdi. Derken tekrar tarlaya gider ekinleri eker, hayvanların yemini temin eder, otları koparır, meyvesini-sebzesini toplayıp evin yolunu tutardı.
Öğlen vakti çocuklarının karnını doyurduktan sonra tekrar hayvanlara dönüp onları da beslerdi. Derken istirahat vakti gelir çatardı. Öğle sıcağı geçene kadar güzel bir uyku çekilir, akşamüstü serinliğinde komşu ziyaretleriyle bahçe şenlenirdi. Çaylar demlenir, avludaki çınar ağacının altında afiyetle içilirdi.
Akşam yemeği vakti gelince evi bir telaş sarar, mutfaktan gelen iştah kabartıcı kokular herkesi sofranın başına toplardı. Meğer o günler en kıymetli günlermiş, bilememişiz. Şimdi hangi sofrada onun hazırladığı sofranın neşesi var ki? Malzemeler aynı olsa da yemeklerin lezzeti farklı. Bütün günün yorgunluğu akşam yemeğinden sonra sobanın üstünde demlenen çayı içerken dinlenerek geçerdi. Uyumadan evvel tekrar hayvanlara yem vermeyi de asla unutmazdı.
Günler günleri, aylar ayları kovalayıp ömür de böylece geçip giderken yılın en heyecanlı zamanları zeytin, salça ve buğday hasadı mevsimleriydi. Nehir kenarlarında, göletlerde yıkanıp hazırlanan ve ambarlarda saklanarak yıllık stok yapılan zamanlar yılın en renkli zamanlarıydı. İnsanda tatlı bir yorgunluk bırakan o günler çocukluğumuzun en en mutlu günleriymiş de biz bunu bilememişiz meğer. O günlerde yediğimiz yapımı kolay kebbul köftesinin (bulgur köftesinin) tadı bugün bizim mutfaklarda yok. Galiba o sofralarda yenilen yemeklerin tadını kiminle yediğiniz veriyordu.
Hamâme Nine bir gün, sessizce göçtü dünyadan. İsminin anlamı olan güvercin gibi hafif, sessiz ve nazik… Yaşamının hikayesi kaldı geriye. Belki adı tarih sayfalarında yazılı olmayacak, ama onun yaşamının izleri, kalplerde, hatıralarda sonsuza kadar yaşayacak. Dünyada görünür bir iz bırakmadı belki ama bu dünyadan bir Hamâme Nine geçti. Ve ölümüne sadece çocukları değil bütün köy ağladı. Hatta taşlar, ağaçlar, kuru odun parçaları, her gün beslediği hayvanlar, saçını savuran rüzgarlar, buğday yıkadığı nehirler ağladı. Ve o gün, taşlar, ağaçlar, rüzgârlar ve nehirler, bir efsanenin sonuna şahitlik etti. Her kırışığı, her yaşanmışlığı bir masalın sayfalarıydı.
Elindeki ve yüzündeki kırışıklıklar ve yaşanmışlıklar şahittir! Bu dünyadan bir Hamâme Nine geçti.
Ruhu bir güvercin gibi özgürce yükselip sonsuzluğa uçtu. Hafif, sessiz ve nazik…
Yorumlar