“ibrâhîm
içimdeki putları devir
elindeki baltayla
kırılan putların yerine
yenilerini koyan kim”
baltayı ne zaman eline verdiler? ne zaman orda duran, oracıktaki, kırılması gereken bir put halini aldı? ve ne zaman anlamak ister oldu, ibrahim’i?
sanki asırlardır içindeydi. yeri dolmayacak, fena bulmayacak, o sonsuzdan bu sonsuza onunla olacakmışçasına taşıyordu.
onu taşıyordu.
gönlünün en geniş odası onun. işte tam orda.
gitmesin, bitmesin, sönmesin, dinmesin..
çünkü, o en güzeli gördüklerinin, en özeli. en hatasız, en mükemmel, en zarif, en ince, en latif, en muhabbetli, en anlayışlı, en en en…
en, en’i bildiklerinin.
derken; acı ile hüzün ile, sımsıkı sarılmak, bırakmamak arzusu.
bir fısıltı: “bir gün gidecek…”
savurdu baltayı sertçe, kararlıca. kırıldı put.
bir daha savurdu. parçalandı put.
bir daha, bir daha, bir daha.
sus.
“güneş buzdan evimi yıktı
koca buzlar düştü
putların boyunları kırıldı”
bir ses: “zannındaki tüm en’lerden geç.”
boşalan yer dolmuştu. balta duvarda asılı. yeni putunu selamlıyor.
peki boşluk kabul etmeyen ne? kalp mi, ruh mu, beden mi? fıtrat da nesi?
aynı delikten iki kere geçmiyor insan. daha bir en mükemmele, en güzele seyir bu.
büyüyor put, o büyüdüğünü sandıkça büyüyor putları.
baltası erişmiyor, savurduğunda değmiyor. yıkamıyor, kıramıyor.
aşıyor onu.
yıldızlardan aya, aydan güneşe.
putlar gibi büyüyen feza.
o sema katından, bir diğerine.
güneş derler, ziyaların en büyüğü. şems derler, nur derler,
nurun ala nur derler.
O’nun nur’u erişti mi, tüm mumlar titrek bir alev.
derler.
onun ise; yakabildiği bir mum, savurabildiği bir balta.
aciz.
muhtaç.
“ibrâhîm
güneşi evime sokan kim”
karanlık gecelerde yıldızlar, bir yanar bir söner.
bir ay doğar, hâlâ karanlık yollar.
bir sabah bir güneş, karanlığa galebe çalar.
de; bu güneşi gönlüne sokan kim?
nâr’ını nur eden kim?
putlar nereye gitti?
ibrahim?
Yorumlar