“Nur, kalbin ordusu; zulmet de nefsin askeridir. Allah Teâlâ kuluna yardım etmek dilediğinde ona nurdan askerler gönderir. Bir de ondan zulüm ve mâsiva olanağını keser.” (Hikem-i Atâiyye, 59. Hikmet)
Allah’ın her şeyi bir baş altında toplamak, birleştirmek, nasibin oradan dağıtılması gibi bir âdet-i sübhânîsi vardır. İnsanların bir imamda, arıların bir kraliçede birleşmesi gibi, askerin mekânının kışla olması gibi, kalb de vücuttaki cüzlerin toplandığı bir merkezdir. Nurun da ilk bulunduğu yer ve merkez kalptir. Kalpteki nur çoğaldıkça oradan azalara yayılır.
İmanın artıp eksilmesi konusundaki tartışmalara ilişkin suallere âlimler, iman artıp eksilmez fakat bizdeki iman nurunun yansıması artar veya eksilir, diye cevap vermişler. İyilikler, salih ameller o nurun artmasına, parlamasına vesile olurmuş.
Atâullah el-İskenderî Hazretleri’nin “Allah nur askerlerinden gönderir, zulüm ve mâsiva olanağını da ondan keser” sözünü, O’nun (c.c.) nurunun gelişiyle zulmet ve mâsivanın yok olması şeklinde anlamak daha uygun olur. Tıpkı güneş doğduğunda gecenin kaybolması gibi.
Kuşeyrî, [Bu] “Nur üstüne nurdur” (Nur, 24/35) ayetinde geçen birinci nurun kulların gayret ve tefekkürle elde ettikleri nur olduğunu, ikinci nurun ise bu gayretlerinden sonra Allah’ın fazlı ile buldukları nur olduğunu söyler. Nitekim Allah Teâlâ: “Bizim uğrumuzda çalışıp gayret edenleri elbette kendi yollarımıza eriştireceğiz” (Ankebut, 29/69) buyurmuştur.
Hz. Mevlânâ da fazl-ı ilahi olan bu nuru ifade etmek için şöyle demiştir:
“Gözler perdeleri delip hakikati görmeye başladı mı, nur; O’nun nurudur artık. Bu nura sahip olan dışa bakar, içi görür.”
“Dilediği kimseyi nuruna eriştirir.” ayetinin Ruhu’l-Beyan‘da yapılan tefsirinde de nurun insanı matluba ulaştıran özel bir hidayet olmasından bahseder ve bu hidayetin Allah’ın dilemesine bağlı olduğunu söyler. Çünkü Allah’ın dilemesi olmayınca gerekli bütün sebepler bir araya gelse bile kişiyi maksuda ulaştıramaz.
Yukarıda zikredilen hikmette de “Allah kuluna yardım etmeyi dilediğinde” ifadesi geçmişti. Demek bu nurdan nasipdar olmak isteyenler için, en önce Allah’ın yardım etmeyi dilemesini, öyle irade etmesini istemek yerinde olur. Ancak O, kuluna inayet dilerse nuruyla takviye eder. O nur bakidir. Kişi ölse de o nur devam eder.
Sufiler, nurun parlamasıyla insanın esasen ahiretten ayrı olmadığını idrak ettiğinden, gözlere şaşaalı görünen dünyanın da karanlık halinin müşahede edildiğinden bahsederler. Matrix’i izleyenler hatırlarlar, hayatta gerçeği öğrenmeyi tercih eden bir azınlık, diğer insanlardan farklı olarak dünyanın hakiki halini karanlık ve virane olarak görüyorlardı.
Diyebiliriz ki kişi ahireti uzak görür ve dünyada dünyaya talip olarak yaşarsa Allah’ın bahşedeceği nurdan uzaklaşır.
Atâullah el-İskenderî Hazretleri bir sonraki hikmette de hem bu nuru celbetmek hem de muhafaza etmek için “İbadetine sevinme, sevineceksen Allah’ın bunu sana bahşetmesine sevin” der. Aslında biz bunu ‘ibadetinden, güzel amelinden ötürü şımarma’ olarak da anlayabiliriz. Çünkü salih amele lütuf olarak bakan kişinin, Allah bunu kendisine nasip etti diye sevinmesi de tabiidir.
🌹
Fisebilillah olup Rabbim cc nurumuzu Nur askerleriyle takviye etsin inşallah 🤲🏻🌷
Amiin inşallah 🌷