Yazımızda ele alacağımız rahatsızlık ve alışkanlık kavramlarına yakından bakabilmek için önce “Psikolojik rahatsızlık ne demektir?” sorusunu cevaplamamız gerekir.
Psikoloji, pozitif bilim dalı kabul edildiğinden beri psikolojik rahatsızlıklar; normal ve anormal kavramları üzerinden değerlendirilir. Ruh sağlığı uzmanlığında bu konu hakkında hemfikir olunan ortak bir tanım bulunmamaktadır. Bu tanım kültürden kültüre değiştiği için, kesin ve net bir çizgi yoktur.
Rahatsızlık ya da içinde yaşanılan toplumda ve ailede iyi hissedememe hali, sosyal yaşamda zorlanma gibi durumlarda ortaya çıktığında bunun bedensel bir sebebe bağlı olup olmadığının anlaşılması için ilk başvurulan kişi, hekim olmalıdır. Bedensel bir sorun olmadığı tespit edilirse artık bu rahatsızlık ruh sağlığı alanında uzman meslektaşlarımıza baş vurarak çözülmelidir.
Hayatta her yaşanılan problemin bir çözümü olabileceği inancı ve umudu, sorunu çözmeyi daha da kolaylaştıracaktır. Birçok psikoloji ekolü; olaylara duygu, düşünce, davranış ilişkisi üzerinden bakar, sorunun çözüm hedefinde ise duygu, düşünce ve davranış döngüsünü düzenleme ve değiştirmeye yönelik çalışmalar vardır. Her birey tek ve biricik olduğu ve kendi yaşam hikayesi kendine özel olduğu için değerlendirmeyi bu çerçevede yapmak doğru olacaktır.
Fizyolojik sorunlar için bir hekime danışmak gerektiğini herkes bilir. Fakat ruhsal mekanizmamızdan birçok insan habersizdir. Ruhsal mekanizmamız, İD, EGO ve SÜPEREGO denen üç yapıdan oluşur. Bu yapıların birbiri ile uyumlu olması iyi olma hali iken, uyumsuzluğunda rahatsızlıklar ortaya çıkabilir.
Bu yapıları biraz açarsak, daha anlamlı ve farkındalıklı bir bilişe adım atabiliriz. İde kısaca dürtülerimizin kaynağı diyebiliriz. Yani aslında id bizim canlılığımızdır. İnsan doğduğu andan itibaren kendisine bir yazılım programı yüklenmiş gibidir. Annesinin memesinden süt alıp yaşama tutunan bebek, bu dürtü olmadan canlılığını sürdüremez. İlk farkındalık bebeğin meme emdikten sonra rahatlayıp dengeye gelmesidir. Büyümeye başlayan bebeğin her şeyi istemesi, hemen istemesi, bekleyememesi idin kontrolünde olduğu anlamına gelir.
Bu mekanizmayı kontrol edecek sistem, egonun gelişmeye başlaması ile ortaya çıkar. Ego toplumumuzda yanlış tanımlanan bir yerde durur. Aslında terminolojik olarak gerçeklik anlamındadır ve idde yani bebekte henüz zaman ve mekan kavramı gelişmediği için denge ego sayesinde sağlanır. Bu yüzdendir ki; yetişkinliğe giden süreçte ego kapasitesinin gelişmiş olması ruhsal sağlığın göstergesidir.
İd, hayatın gerçekliği, realitesi ile bağlantıya geçerek, ilk benlik çekirdeği olan egoyu meydana getirir. Ego zamanı algılama, mantık yürütme, mekan fark etme ile gelişmeye başlar. örneğin bir anne çocuğuna “şimdi veremem, biraz beklemelisin” diyerek onun egosunun gelişmesine katkı sağlayabilir. İdde zaman ve mantık yokken, ego ile artık hayatın geçmiş, an ve gelecek lineer çizgisi oluşturmaya başlamıştır. Bu sistem çocukta 5 ile 6 yaşlarına kadar devam eder. Çocukların mantıksız ve saçma hareket etmeleri biz yetişkinlere bazen şirin gelse de bunun sebebi gerçeklik algısının oluşmaması ile ilgilidir.
Hayata uyum göstermek ego sayesinde olur. Ego sınırları belirler, farkındalık geliştirir, sebep sonuç ilişkisi kurar. Bu parçalarımıza ek olarak bir de zaman içinde süperego diye başka bir yapı ortaya çıkar ve yaklaşık 3 yaşlarına doğru gelişmeye başlar.
Süperego, realitenin ötesinde anne ve babanın çocuktan beklentisine ek olarak toplumun beklentisi, örf, adet, gelenek, din gibi kalıpların içselleştirmesi ile oluşur.
Ego, idin istek ve ihtiyaçlarını dengelemeye çalışırken, devreye giren anne-baba ve toplum istekleri ile iç içe geçmiş bir mekanizma oluşmuş olur.
Bu ahenkli dans edişte, bir biri içinde uyumu sağlamak egoya düşmüştür. İnsanda oluşan dengesiz davranış ve tutumlar, iç çatışmalarımızı ve ilişkisel çatışmalarımızı meydana getirir. Ruhsağlığı alanında çalışanların “çocukluğunuza inelim” demesi, bu dönemde gelişen mekanizmanın ne kadar önemli ve geleceğe yansıyan bir örgüde olduğunun göstergesidir.
Bu mekanizma döngüsünde davranışlarımız şekillenir. Tekrar eden davranışlarında artık alışkanlığa dönüşmeye başlar.
Alışkanlıklarımız tekrar eden davranışlarımızdır. Bu davranışlarımız bizi hayatta tutarken, hem ruhsal hem de bedensel olarak gelişmemizi ve büyümemizi de sağlar. Burada da tabi ki denge önemlidir. Ders çalışma alışkanlığı bir genci başarıya götürürken, ekran süresini sık ve ölçüsüz kullanma alışkanlığı kişiyi bedensel, zihinsel ve ruhsal rahatsızlığa götürebilir.
Alışkanlıklarda dengeyi sağlamak gerekir. Davranışlarımızda aşırıya kaçma ve dengesizlik bizi bağımlılık sürecine yöneltebilir. O yüzden her alanda ölçülü olmak insan olmanın gereğidir.
Bağımlılık denen şey sağlıksız bir şekilde tekrar eden alışkanlıklarımızdır. Bağımlılığa kaydığımız durumlarda id, ego ve süperego arasındaki dengesizliklerden yani psikolojik sorunlardan söz edebiliriz. Bu durumda profesyonel destek almak gerekmektedir.
Nurgül SEVER
Psikoloji Bilim Uzmanı
Yorumlar