Edebi-Tarihi

Şenlik Ateşi

0

Toprağın yedi kat altında,
Yeşil sarayındaki gümüş tahtında
Oturur kara saçlı, kara çatal sakallı, kara Erlik
Kara dokuz boğaya vurur kara yılan kamçıyla
Çıkar gün yüzüne kaçırır kızları yeşil sarayına

Alçin adamın nameli sözlerini duyduğunda içini ürperten bir karanlıkla geriledi. Ne demek istiyordu? Onları öldürüp sonra da toprağın yedi kat altına mı gömecekti?

Kara Erlik, obalarının şifacısı Yaşlı Udagan’ın dilini sakındığı bir namdı. Önünde aç gözlerle ona bakan adam, yakaladığı ruhları toprağın altında kötülükle karan Gök’ün kara oğluna sunulmak için tuzağa düşürüldüklerini söylüyordu.

En kötüsü de bu adam onları öldüremese bile bu belayı başlarına musallat ettiği için Tunay’ın onu Gök’e göndereceğinden emindi. Hâlbuki biraz yoldan çıkmanın ona zaman kazandıracağını ve Balasagun kentine gitmekten kaçınacak bir yol bulabileceğini ummuştu.

Alçin “Tunay’ı bırakın gitsin,” diye yalvardı.

Herhangi bir şey söylemek yerine adam onu kolundan kavradı ve başka bir odaya sürükledi. Nehre bakan ahşap duvarın tamamı yerdeydi. Tavanın yarısı o duvarla birlikte olmak için eğilmişti. Batmak üzere olan güneş yarım kalmış odayı kızıl ışığa boğuyor bu da kızın gözünü acıtıyordu.
“Bırakayım da tüm obayı başıma toplasın.”

Alçin geç gelen cevaba şaşkın şakın baktı.
“Kattancula!”

Anında odaya koşan Kattancula bu kez oğlan tonundaydı.

“Buraya bir el at, çatıyı ve duvarı onar. Ateşi de yak,” dedi Adam hoşnutsuzlukla.

“Üzerime bir kepeneği1 çok gördün seni uyuşuk!” Sırtına indirdiği yumrukla oğlanı Alçin’in önüne doğru fırlattı.

“Hemen yapıyorum,” diyen oğlan kendisinden beklenmeyecek çabuklukla çökmüş çatıdan ve duvardan arta kalan tahtaları odanın ortasında bir yığın haline getirdi.

Alçin, oğlanın yakacağı ateşe onu da katık etmesinden korkarak sağlam duvara doğru geriledi. Kapısında nöbet tutan adamın odayı terk etmeye niyeti yoktu. Alçin’in bir çadır şeklinde büyüyen tahtaların eşiğinden geçerek nehre atlayacağından korkuyor olmalıydı.

Katanculla yığının önünde diz çöktü ve tedirginlikle kapıdaki adama baktı.
“Ne yapacağın alnımda yazmıyor.”

Oğlan hızla başını dizlerine doğru eğdi ve avuç içlerini birbirine sürtmeye başladı. Alçin kendi ellerinde hissettiği sıcaklıkla irkildi. Kattancula sürttükçe tahtalar arasından sızan ince cılız duman kalınlaştı ve büyüdü. Alçin acıyla yere çöktü ve durması için oğlana yalvardı. Bu esnada odanın ortasında şenlik ateşininin heybetine ulaşan bir yangın başladı. Odunlar tükendikçe duvar yeniden örüldü, çatı gözlerinin önünde yükseldi ve batan güneşin ışıklarını kapatarak sonunda sönen ateşle birlikte her şey karanlığa gömüldü. Alçin’in bayılmadan önce en son hatırladığı ise alev alev yanan ama hala yerinde duran parmaklarıydı.


[1] Kepenek: Çobanların omuzlarına aldıkları dikişsiz, kolsuz, keçeden üstlük, aba.

Berweuli
O bir hikayeci. O iflah olmaz bir hayalperest. Olimbera ve Legolas kedilerinin annesi.

    Sivas Ulu Camii

    Önceki içerik

    Sandığın Gibi Değil

    Sonraki içerik

    Yorumlar

    Yorum Yaz

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir