Geçtiğimiz haftalarda ses dosyalarını kesip biçmeyi öğrenmek maksadıyla bir eğitime katıldım. Hocamız bize ilk olarak sistemin mutfak kısmından başlayarak işleyişini anlattı. Sonra bu işlemleri yapabilmek için bir uygulama önerdi. Aslında bu, profesyonel olarak sinema ve reklam camiasının da kullandığı, seslendirmelerin efektlerin kesilip biçildiği bir programdı. Haliyle indirip biraz karıştırdım, nasıl kullanılacağına dair bazı denemeler de yaptım. Buraya kadar her şey normal ama ertesi gün sosyal medya hesaplarımdan çekimle alakalı alet edevat, film ve reklam seslendirmesi yapan akademilerin reklamları çıkmaya başladı.
Tabi fazla merak cildi hakikaten bozuyor mu bilmiyorum, belki sadece moral bozukluğu olarak surata yansıyordur, seslendirme sanatçılarının yaptığı iş hayli dikkatimi çekti. Ellerinde üç beş saniyelik bir reklam metni var; bu metin hem annelere, hem çocuklara hitap etmek üzere kurgulanmış. Ürünü bize zorla satacaklar anladım; çocuklara ayrı tonlama, annelere ayrı tonlama! Üç beş cümlelik bir konuşmadan bahsediyorum. Muhataplarını etkilemek için duygulara yapılan vurguları birer ok gibi kullanıyorlar. Bir nevi ses ile hipnotize etmek, sihirbazlık!
Peygamber Efendimiz “Beyanda sihir vardır.” diye buyurmuşlar.
Yazarken silmeniz, yanlış ifade edilmiş şeyleri düzeltmeniz, metindeki hataları telafi etmeniz mümkün. Editör arkadaşlarımız sağ olsunlar bizi çekip çeviriyorlar. Ama konuşurken yaptığınız hataların telafisi pek mümkün olmuyor. Hele benim gibi “dan dun” biriyseniz ağzınızdan muhatabınızı üzecek yanlış bir şey çıkması kaçınılmaz oluyor. Çoğu zaman konuşmaktan ziyade düşünerek yazmayı tercih etmem bundandır.
Bizim işimiz insanla. Bu sebepten kayıtsız kalamadım nasıl seslendirme yapılıyormuş, diğer videolara da biraz göz attım.
Seslendirme taktikleri yazıda karşımıza yazım kuralı olarak çıkıyor. Yazınızı okuyan kişi doğru okumayı biliyorsa kolaylıkla sizin anlatmak istediğinizi anlayabilir. Konuşmada ise iletilmek istenen mesajın, hecelere vurgu yapılarak doğru aktarılabilmesi için çaba sarf edilmesi gerekiyor. Görünürde hepimiz konuşuyoruz. Ama duygularımıza ve muhatabımıza aktarmak istediklerimize hakim miyiz? Ya da bize verilen metine, araya kendimizi sokmadan ama kendimizdeki yetenekleri kullanarak gereken hayatı verebiliyor muyuz?
Bu soru kafamda dönmeye başlayınca bilgisayarın başına geçip bunu bir yazı ile sizlerle paylaşmak istedim.
Sosyal medyada ilginize göre olan her şey size yol, su, elektrik olarak dönüyor. Ufacık bir şeye birkaç saniye ilgi gösterseniz olmadık yerlerden karşınıza o konuyla alakalı reklamlar fırlıyor, adeta ‘Bu kişi şununla ilgilendi!’ şeklinde bir fişlemeye maruz kalıyorsunuz ve bundan kurtulmanız da hiç kolay olmuyor. “Olsun reklamlar çıksın ne önemi var, en fazla almam olur biter”, diyenler olacaktır. Öyle olmuyor dostlar, insan gözünden de kulağından da zehirleniyor, beyin bunların hepsini “mümkün hane”sine, “yapılabilir şeyler” olarak kaydediyor zamanı geldiğinde de bu zeminden istenmeyen şeyler filizlenebiliyor.
İnsan da bir bakıma her türlü filmi çekip çevirebilecek ekipmana sahip, sanki ilahi bir senaryonun başrol oyuncusu gibi mükemmel şekilde yaratılmış.
Usta tiyatroculara verilen bir unvan vardır. “Tek kişilik dev kadro!“ Tabiri caizse bu her insan için söylenebilir.
Ses sanatçısı; “Çirkin ses yoktur, sesi doğru kullanmamak vardır.” diyordu. Ne müthiş bir söz! O kadar doğaçlama oynayacaksın ki rol yaptığın anlaşılmayacak.
Peki bizler, daha doğarken hediye olarak verilen hayat filmini doğru okuyarak, doğru ekipmanları kullanıp doğru seslendirme yaparak ilahi senaryoya uygun yaşayabiliyor muyuz? Yoksa bize diğer insanların zorla satmaya çalıştığı şeyleri, duyguları benimseyerek mi yaşıyoruz?
Şu anda tam olarak bilemeyebiliriz ama bu sorunun cevabını aramak kendimizi tanıyıp anlamak hususunda bizi geliştirebilir.
Hz. Pîr seslendi;
Sözü kısa kes de padişaha mektup yazıp gönderen köleyi anlat!
O köle, cenk ile, varlıkla ve kinle dolu bir mektup yazmış ve nazlı olan o padişaha göndermişti.
Ey salik(yolcu/oyuncu); o nâme senin kalıbındır. Ona dikkatle bak, padişaha lâyık olup olmadığını anla da ondan sonra takdim et!
Bir köşeye çekil, mektubu aç ve oku da gör! Harfi ve lafzı padişahlara münasip midir?
Eğer o mektuptaki yazı -yani senin cismindeki ahlâk ve tabiat- enbiya ve evliyaya lâyık bir hâlde değilse o mektubu parçala, başka bir mektup yazmanın çaresine bak!
Lâkin ten mektubunun açılmasını ve okunmasını kolay sanma. Öyle olsaydı herkes gönül esrarını ayan beyan görürdü.
Kapalı bir mektup gibi olan cesedi açmak, içindeki yazıları –yani ahlâk ve ahvali- okuyup anlamak ne kadar güçtür. Bu hareket, çocuk oyunu değil, erkeklerin -yani: erlerin, nefsini yenebilenlerin- işidir.
Hepimiz de fihriste kanaat etmişiz, çünkü hırs ve hevâ ile meşgul olmuşuz.
Mektubun içindekiler de fihristtekiler gibi zannedilsin diye fihrist avâmın -yani halkın- tuzağı olmuştur.
Fihristi kapa da kitabın baş tarafını aç ve bu sözden baş çevirme! Doğruyu en iyi bilen Allahtır!1
1. Mesnevî, Tahir’ül-Mevlevi, Şamil yayınevi, İstanbul, 4. Defter, c. 12, s. 409, 13993-14002. beyitler
Dönüp dönüp tekrar okudum. Hakikatli yazı olmuş emeğinize sağlık sıhhat olsun.
Estağfirullah.
Amin.
Allah râzı olsun.
Tek kelimeyle muhteşem bir yazı olmuş… Okurken keyif aldım… Cümleler ne bir eksik ne Bir fazla… Kaleminize yüreğinize sağlık…