Hazret-i Fatıma validemiz evlenme çağına eriştiğinde kendisini pek çok kimseler istemişti. Resulullah (s.a.s.) ise bunlara iltifat etmeyip “Onun işi Hakk Teâlâ’nın emrine bağlıdır” buyurdular ve beklediler. Ta ki o nasip günü gelene kadar.
Hazret-i Ali Efendimiz (r.a.) Hazret-i Fatıma validemize talip oluşunu şöyle anlatıyor: “Resulullah’ın huzuruna utanarak ve sıkılarak girdim. Resulullah’ın bütün heybet ve vakarı üzerindeydi. Huzurunda oturdum ve konuşmaya kâdir olamadım. Resulullah Efendimiz (s.a.s.) “Niçin geldin? Bir ihtiyacın mı var?” buyurdu. Sustum. “Herhalde Fatıma’yı (r.a.) istemeye geldin?” buyurunca “Evet” diyebildim. Bunun üzerine Resulullah (s.a.s.) kızı Fatıma’ya, kendisini istediğimi duyurunca o da sustu.” (Ibn Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübra, VIII/20; Nesâi, Nikah 31,32)
Bu kez Resulullah “Fatıma’ya mihr olarak verecek neyin var?” diye sordular. “Yanımda ona verilecek bir şeyim yok, ya Resulullah?” dedim. “Sana vermiş olduğum Hutamî¹ zırhlı gömleğin nerededir, ne oldu?” buyurdular. “Yanımdadır,” deyince, “Onu sat ve parasını bana getir. Mihr olarak o kâfidir.” buyurdular.”
Hazret-i Ali (k.v.) evleninceye kadar Peygamber Efendimiz (s.a.s.) ile beraber oturuyorlardı. Peygamberimizin emri üzerine Mescid-i Nebevî’nin yakınında bir ev kiraladılar. Zırhını da Hazret-i Osman (r.a.) satın aldı. Fakat sonra onu Hazret-i Ali’ye düğün hediyesi olarak geri verdi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz “Osman, cennette benim refîkimdir” buyurdular.
Resulullah (s.a.s.) kızının nikahı ile ilgili şöyle buyurmuştur: “Allah Teâlâ bana kızım Fatıma’yı Ali bin Ebi Talib’e nikahlamamı emretti. Şimdi sizi şahit tutuyorum ki, Allah Teâlâ’nın emriyle dört yüz miskal gümüş mihriyle Fatıma’yı, Ali bin Ebi Tâlib’e nikahladım. Rabbim, kendilerinin varlıklarını bir araya getirsin ve bunu kendilerine mübarek kılsın. Nesillerini temiz, rahmete anahtar, hikmete maden, ümmet-i Muhammed’e emîn kılsın. Söyleyeceğim bundan ibarettir. Rabbimden kendim ve sizin için mağfiret dilerim.” (Ibn Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübra, VIII/20; Nesâi, Nikah 31,32)
Nikahtan kısa bir süre sonra Hazret-i Fatıma annemiz hamile kaldılar ve hicretin 3. yılında kış aylarına denk gelen bir Ramazan-ı şerîf gününde ilk evlâdı olan Hazret-i Hasan (r.a.) efendimizi dünyaya getirdiler.
Resul-i Zîşan Efendimiz (s.a.s.) doğum olunca bu kutlu yuvayı ziyarete gitmişti. Sevinçli olduğu her halinden belli olan Resulullah içeri girer girmez “Oğlumu bana getirin!” buyurdular. Yeni doğmuş bir bebek. Sarı renkli beze sarılmış kundağında Efendimiz’e takdîm edilince, Efendimiz sarı renk kundağı beğenmediğini şöyle ifade etmişlerdi. “Başka renkte bir bez bulamadınız mı?” Esma bint Ümeys (r.a.) oradaydılar ve hemen kundağı beyaz renk bir bez ile değiştirip beyaz kundağında ışıl ışıl bebeği uzattılar Peygamber Efendimiz’in kucağına.
Resulullah Efendimiz bebeği kucağı alınca bebeği sevdi ve sonra Hz. Ali’ye sordu: “Ali, ne koyacaksın ismini?”
“Ya Resûlullah! Eğer müsaade edersen adını Harb koyacağım.”
“Ey Ali! Böyle güzel bir çocuğa Harb ismi konur mu? Benim oğlumun adı Hasan olsun.” Hasan ismi o zamana kadar çocuklara konulan bir isim değildi. Hasan ismi “Güzel” anlamına gelmektedir. Hüseyin ismi de yine “Güzel ve küçük, sevilesi, yani güzelcik” anlamına gelmektedir.
Bebeğin adını ve ezanı sağ kulağına okuduktan sonra sol kulağına kâmet okudu Resulullah Efendimiz. Sonra bebeğin üst damağına, mübarek ağızlarında hafifçe ıslatıp ezdiği hurmadan az bir miktar sürerek tahnîk yaptılar.
Tahnîk nedir?
Tahnîk, Arapça bir kelime olup, “haneke, hunk / damak, çene, üst çene” anlamındaki isimden türemiştir. Bir uygulama olarak “ağızda hurmanın veya tatlı bir yiyeceğin çiğnenerek yumuşatılması ve henüz süt bile emmeden yeni doğan bebeğin damağına sürülmesi”ni ifade eder.
1- Bu zırh geniş ve ağır olup, kılıçlar üzerinde parçalanıp kırılırdı. Bu sebeple ona “Hutamiye” denirdi. Bir başka görüşe göre Hutam: Abdu’l-Kays oğullarından bir kabile idi. Zırh yaparlardı ve bununla bilinirlerdi. Onların yaptıkları zırha “Hutamî zırh” denirdi.
Yorumlar