“Kulluğu bozar nitelikte olan beşeri vasıfların tümünden çık ki Hakk’ın çağrısına uymuş ve ilahi huzura yakınlaşmış olasın.” (Hikem-i Atâyiye 35)
Kulun Rabbine yaklaşmasına mani olan bu vasıfları İmam Gazali ve İmam Birgivî’den nakille zikretmeye devam ediyoruz.
Resulullah efendimiz üç şey insanı helak eder buyurdu: Cimriliğe uymak, nefse uymak ve ucub (kendini beğenmek).
İnsan nefsine uyarak yaşamayı adet haline getirdiğinde hatalarını görmez, kendine toz kondurmaz. Nefis en iyi avukatlığı yaparak kendisini her davada haklı gösterir. Allah’ı unutur. Neticede kendini, yani hakikatte ne olduğunu ne olacağını, neye ihtiyacı olduğunu da bilemez hale gelir. Her şeyin O’nun takdir ve nasibiyle gerçekleştiğini de unutarak; yaşadığı gibi inanmaya başlar. Allah’ın sebepler zincirinde döndürdüğü işleri kendine, o veya bu sebebe bağlar.
Bu durum için İmam Birgivî şöyle der: Ucub, nimeti asıl verene nisbet etmeyi unutmaktır. Yani ucub eden, beğendiği vasfını (ilmini, ahlakını, güzelliğini, kudretini) Allah’ı unutarak kendine mâl eder.
İbni Mesud buyurur: İnsanın helâkı iki şeydedir, ucub ve ümitsizlikte.
Bu yüzden ümitsiz olan kişi mağfiretini, ihtiyaçlarını Allah’tan isteyemez. Ucub da böyledir. ucub sahibi kişi kendini beğenir ve ihtiyaçsız hisseder. İnsanı, hakikatine ve Rabbine yaklaştıran ise aczini ve muhtaçlığını bilmesidir. Resulullah, “Fakrım övüncümdür.” buyururak daima Rabbine muhtaç bir kul olduğunu bilip, O’na (c.c.) yönelerek yaşamanın önemine işaret etmiştir.
Kibir ve ucubun zıttı olan tevazu, kalbinde kendini kimseden üstün görmemektir.
Resulullah, “Kim tevazu gösterirse Allah onu yüceltir. Kim tekebbür gösterirse (gurur/kibir yaparsa) Allah da onu alçaltır.” buyurmaktadır. Burada insanı yücelten şey niyettir. Tevazu sahibi mümin, kendini kimseden üstün görmediğinden, Allah katında çok kıymetlidir.
Ucubdan birçok afetler doğar. Onun en kuvvetli ilacıysa bunları iyi bilmektir.
Ucub eden yani kendini beğenen kişi,
- Nimetlerin Allah’ın yardımı ve nasibiyle olduğunu unutmuştur. Kendine ve ameline güvenir.
- İbadet etse buna şükretmez ve şükre ihtiyacı olmadığını sanır. Kalbinde bulunması gereken Allah korkusu olmaz.
- İlmi ile kendini beğenip kimseye bir şey sormaz, ona uymayan bir görüş ve söz söylerlerse dinlemez, eksik kalır.
- Nasihate kulak vermez. İstişare ve istifadeden mahrum kalır.
- İbadeti ile Allah’ın katında bir yeri olduğunu sanır. Yaptığı ibadet karşısında nazlanabileceğini, isteklerinin yerine geleceğini sanır, işlerinin düzelmesi gibi bir şeyler bekler. Ve bu şekilde yapılan ibadet de kabul olmaz.
Velhasıl ucbun sebebi tam bir cehalet ve gaflet, ilacı ise olarak her şeyin Allah’ın yaratmasıyla ve iradesiyle var olduğunu ve bütün nimetlerin yalnız O’ndan geldiğini bilmek ve bu şuur içinde gafletten uyanmaktır.
Gazali der ki: Eğer hakîkati görse, insanın hayranlığı kendisine değil, Allah’ın lütuf ve ihsanına olurdu. Seni doğruya hidayet etmekle Kendi Hazretine çekip götürüyor.
Ve şöyle devam eder: Bir hazine sahibi sana anahtar verse, sen de onunla o hazineyi açıp oradaki nimetleri alsan, bu nimetleri o anahtarı sana verene mi havale edersin, yoksa sahibi benim mi dersin? Bilmek lazımdır ki elinde sadece bir cüz’i irade vardır.
Yorumlar