Masallar kuşaktan kuşağa, dilden dile aktarılırken ilk hikâye edildikleri toplumun inançlarını, duygu ve düşüncelerini de taşırlar. Bu sayede masalın anlatıldığı dönemde hakim olan hayata bakış açısı, din ve dünya görüşü, kadının ve erkeğin toplumdaki yeri ile ilgili metaforlar ve simgeler dinleyicinin bilinçaltına kodlanır. Benzer konulardaki masallar az gider uz gider, dere tepe düz gider, dağları denizleri aşar ve farklı coğrafyalarda anlatıldığı milletin sevinçlerini, dertlerini, şakalarını yansıtan nakışlarla süslenir.
Doğuda ve batıda anlatılan masalların konuları yer yer benzer olsa da, değer yargıları ve hayata baktıkları pencereleri farklıdır. Türk, İran, Hint masallarında kahramanın sadelik ve saflığından yola çıkıp ahlak, erdem, yiğitlik, mertlik, hürmet gibi değerler işlenir. Ak sakallı nur yüzlü dedeler yağız ata binmiş şehzadenin beline himmet kılıcını bağlar. Helal süt emmiş hatunlar dara düşen Safoğlan’ın yardımına koşarlar. Akıllı fikirli, iyi huylu, ayın on dördü gibi güzel kızlar eli sopalı beyzadeyi yola getirip muratlarına ererler. Şehzadeler bir çobanın ya da terzinin kızına gönül verir, Bismillah deyip yiğitlikleri ve akılları ile yedi başlı ejderhayı alt ederler.
Keloğlan yaşından başından umulmayan keskin zekâsı ile düşmanlarını yener, peri padişahının kızı ile kırk gün kırk gece süren düğünle dünya evine girer. Keloğlan’ın fakir annesi, dirayet ve gayretle haylaz oğlu adam olsun diye uğraşan iffetli Anadolu kadınını temsil eder. Devler, köseler, cüceler, cadı karılar, cinler, tılsımlar masallarda mucizelerin vasıtası olurlar. Aksakallı dedeler Allah rızası için, tuttuğunun altın olması için, muradına ermesi için kara perçemli yiğitlere, gül yanaklı kızlara dua ederler.
Batı masallarında ise aristokrasi yüceltilir ve sınıf farkları öne çıkar. Güzeller güzeli masum prenses asla sıradan bir demirci ya da fırıncı ile evlenmez. Mutlaka beyaz atlı prensini bekler. Hiçbir konuda itiraz etmeyen, sessiz, uyumlu ve söz dinleyen prensesler, feodal sistemin kadına bakışını yansıtır. Mitolojik motifler, sihirbazlar, cadılar, periler gibi sihirli güçlerin yanı sıra batı masallarında inanca dair semboller de sıkça görülür.
Bu meyanda; batı kökenli masallara örnek olarak Uyuyan Güzel‘e biraz daha yakından bakalım isterim.
Uzaklardaki bir ülkede kral ve kraliçenin bir kızı dünyaya gelir ve ülkede görkemli şenlikler düzenlenir. Şölene gelen on iki peri küçük prensese mutluluk, güzellik, şans, neşe gibi hediyeler verir. Bu esnada davet edilmeyen on üçüncü peri hışımla gelip prensese büyü yapar. Kötü perinin isteği prensesin on altı yaşına geldiğinde eline bir iğne batıp ölmesidir. İyi kalpli periler bu büyüyü prensesin ve bütün sevdiklerinin yüz yıllık bir uykuya dalması şeklinde değiştirirler. Saraydaki bütün iğneler saklanır. Prenses sıkı bir koruma altında itina ile büyütülüp genç kız olur. Ama lanet bir şekilde kendisini gerçekleştirir. Masalın sonunda cesur prens gelip uyuyan prensesi öper. Bu öpücük ile büyü bozulur ve mutlu sona ulaşılır.
Masaldaki kral sofrasına sonradan dahil olan on üçüncü peri, bu sayının uğursuzluğuna gönderme yapar. Bildiğiniz gibi Hristiyan inancına göre, Hz. İsa on iki havarisi ile birlikte on üç kişilik son akşam yemeğinden sonra yakalanıp çarmıha gerilmiştir. On üçüncü kişi, çağrılmadığı halde o gece yemeğe katılıp Hz. İsa’yı ihbar eden haindir. Bu sebepten on üç sayısı batıda uğursuz kabul edilir. Batı masallarında bunun gibi dini alt metinlere sıkça rastlanır.
Günümüzde bu masalın dikkat çeken yanı sadece bu değildir. Masaldaki uyuyan prensesin ruhsuz ve kimliksiz duruşu da görülmeli ve eleştirilmelidir. Prenses doğduğu andan itibaren başkalarının kendisi için uygun gördüğü bir hayatı yaşar. Periler onun için bir gelecek inşa eder. Kraliyet ailesi tarafından muhafaza edilir. İnsiyatif alıp sarayın bilmediği tarafına gittiği ilk anda başına malum iş gelir. Tekrar hayata dönmek için bir prensin kurtarıcı olarak gelmesini beklemeye mahkum olur.
Zamanımızda böylesi bir masalı kız çocuklarına bu şekilde anlatmak onların zihinlerinde pasif ve sessiz olmayı ve hayatlarını başkalarının dayattığı şekilde geçirmeyi normalleştirir. Zor durumlardan kurtulmak için mücadele etmeyi değil bir kurtarıcı beklemeyi öğretir. İç güzelliğine değil fiziksel görünüme göre değer göreceği zannını pekiştirir.
Prenses masallarını seven küçük kızlara uyuyan güzeli anlatırken, prensesi biraz daha şahsiyetli ve cesur tasvir edip, parmağına batan iğnenin zararından kendi çabasıyla kurtulabildiği/kurtulabileceği, hayatı için karar ve sorumluluk alabildiği/alabileceği söylenmelidir. Bunun yanı sıra akıllı, güler yüzlü, vicdanlı ve cömert bir prenses olduğu da masalda yer almalıdır. Büyüdüklerinde kendi hayatlarına ve haklarına sahip çıkan, hikâyelerini kendi kurup anlatan vicdanlı yetişkinler olmalarını istediğimiz küçük kızlara uyuyan güzel ve benzeri masalları orijinaliyle beraber, yeni ve farklı bir yorum ile anlatmak ebeveynin görevidir. Çocuğun yaşına ve gelişimine göre alternatif finaller sunulup, ondan kendi hayallerini ortaya koyacak interaktif bir katılım beklenebilir.
Bu masalın yeni yorumuna öznel bir alternatif olarak aşağıdaki anlatıma benzer bir son önerilebilir:
…
Prensesin doğumunu kutlamak için düzenlenen şenliğe katılan perilerden biri ona akıl hediye etmiş. Annesi de prenses büyürken ona perilerin hediyelerini ve kötü cadının lanetini anlatmış durmadan. Ona iğnenin neye benzediğini ve buna benzeyen bir şey görürse çok ama çok dikkatli olmasını öğütlemiş. Prenses anne ve babasının desteği ile ülkedeki en bilgili hocalardan dersler almış. Güzel kitaplar okumayı, müzik dinlemeyi ve yeni şeyler öğrenmeyi çok severmiş. İyi kalpli, yardımsever ve meraklıymış. Bitki bilimi dersinde çiçek ve bitkilerin faydalarını öğrenmiş. Sonra deneyler yapmış, hangi çiçeğin ne gibi dertlere deva verdiğini bulmuş. Meğer bin odalı sarayın binbir çiçekle bezeli bahçesinde nadir bulunan pembe menekşeler uyku hastalığına iyi geliyormuş. Prenses onaltı yaşına gelince her ihtimale karşı bir demet pembe menekşeyi yanından ayırmaz olmuş. Sarayın odalarında dolaşırken rastladığı yaşlı kadının dikiş diktiğini görünce kadının aslında o kötü kalpli cadı olduğunu anlamış. Neyse ki pembe menekşeler cebindeymiş. Bu yüzden iğne batınca yüz yıl değil sadece bir gece süren bir uykuya dalmış. Çünkü menekşelerin kokusu onu uyandırmış. Uyanınca bir de ne görsün? Sarayda yaşayan herkes derin bir uykuya dalmamış mı? Sadece pembe menekşeleri çok seven bahçıvan ve prenses ayaktaymış. İkisi el ele verip herkese menekşe koklatmışlar. Böylece saraydaki insanlar uyanıvermişler. Bahçıvan bir taraftan da uyuyan kedileri, köpekleri, tavukları, atları saraydaki küçük büyük hayvanları da nazikçe ve hiçbirini incitmeden uyandırmış.
İnsanlar cadının lanetinin kalktığını anlamışlar. Ülkede büyük kutlamalar yapılmış. Bahçıvana madalyalar takılıp yüksek mevkiler teklif edilmiş, ancak o faydalı olduğum yerde daha mutlu olurum deyip bahçesinden ayrılmamış. Prenses büyüyüp akılcı, iyi yürekli ve vicdanlı bir hükümdar olmuş. Kendisini yüz yıl uyumaktan kurtaran pembe menekşeleri yarattığı için de Allah’a teşekkür etmiş.
Gökten düşen üç elma paylaşılmadan önce sormak isterim; acaba siz çocuğunuza bu masalı nasıl bir sonla anlatmak isterdiniz?
Çok hoş ve uyandırıcı bir anlatım olmuş. Bendeniz çocuklarımıza olumsuz mesajlar veren Avrupa masalları yerine kendi masallarımızı yazıp okutmayı tercih etmemiz gerektiğini savunanlardanım.
Sizin gibi kalemi kuvvetli yazarlardan da beklediğimiz budur.
Hürmetlerimle.
Anlattığım masallardaki mesajlara kendi yorumumu katmayı tercih ediyorum. Nazik yorumunuz için teşekkürler.
Ama bu masal çok güzel olmuş. Acaba ilk yazan okusa ne düşünürdü dedim doğrusu:)
İlk yazanın aracına uymazdı büyük ihtimalle 🙂
Amacına demek isterken …:)
Müslümanın uyanık olmasını bize tekrar hatırlatan güzel bir yazı güzel bir hikaye olmuş. Yüreğinize sağlık.
Teşekkür ederim
Çok doğru çok güzel. Keşke çocuk eğitimine yönelik sitelerde de paylaşılsa..
Sağolun…