Merhaba sevgili okur, nasılsınız? Geçen ay kaldığımız yerden (3. Seans: İç Huzur ve Denge-I) devam edelim mi? Malum konu önemli. Bu arada böyle yazıp çiziyoruz diye sakın ha psikolog hanımın 7/24 iç huzur ve ideal denge ile dolaştığını düşünmeyesiniz. İnsanız nihayetinde, kalp şekilden şekle giriyor, renkten renge boyanıyor. Belki renk cümbüşümü seyretmekte ve düzenlemekte geçmişe göre biraz daha ustalaşmış olabilirim fakat herkesin tuzağı farklıdır, bilirsiniz.
İç huzuru ve ideal dengeyi yakalamak için dört basamaktan bahsetmiş ve tahterevalli etkisinin örneklerinde kalmıştık. Bu konuyu şöyle detaylandırabiliriz. Bir duygu fazlaca bastırılmışsa bir müddet sonra o duygunun tam zıt ucunun can havliyle yükseldiğini hatta fışkırdığını görürüz. Bu durum iç huzur ve denge halini en çok tehdit eden hallerden biri. Tahterevalli etkisini anlamak için öfke duygusunu düşünebiliriz. Güya sabreden ama yalnızca duygusunu yönetemeden, yerli yerine oturtmadan ve dahi hakkını vermeden bastıran kişiden bir müddet sonra canavar gibi öfke fışkırmaya başlayabiliyor. Üstelik bu iyi bir şeymiş gibi, “ben durur durur sonra patlarım, bu benim huyum” diye bu hali sahiplenebiliyor. Halbuki bu iki uçlu tavır, çok kıymetli olan dengeye gelme çabasının bilinçsiz ve kişinin kendisine zarar veren bir izdüşümü olabiliyor.
Bazen de bir duygunun etkisini ateş topu gibi hissederken, değiştirmeye çalışmak neticesinde, bir müddet sonra insan o duyguyu buz gibi hissedebiliyor. Bu yine çok yorucu bir hal ve dengeye gelme çabasını tehdit ediyor. Bazı duygusal sebeplerle hızla dine girenler ve sonra hızla dinden çıkanlar benzer şekilde, iki uçlu duygu dengesizliğinden muzdarib olabiliyor. Burada iki uçlu psikiyatrik rahatsızlıklardan bahsetmiyorum. Sadece gayet doğal olan, bazı hassas mevzuları yönetirken oluşan basınç ve patlamadan bahsediyorum.
Tahterevalli etkisinin üstesinden gelmek için duyguya hakkını vermek icap ediyor. Bunu da şöyle örneklendirelim. Sıfır ile on arasında bir ölçek, skala düşünün. Bir mesele 3’lük bir değere sahipse onu 3 gibi hissedebilmekten, 7-8 gibi bir değere sahipse, onu öyle hissedebilmekten bahsediyorum. Duyguya hakkını verip ilerleyebilmekten, bir sonraki ana geçebilmekten bahsediyorum. Eğer bir konuda hep 0 ve 10 gibi hissediyor, tepki veriyorsak; hatta genel olarak her konuda böyle hissetmeye meyilli isek bu bir problem olabilir. Lütfen dikkat edin, “Allah vardır veya yoktur” gibi önermelerden söz etmiyorum. Bir meseleye tepki verirkenki ruh halimiz söz konusu olan, 3 şiddetindeki bir depremi 6-7 gibi hissetmek ve öyle tepki vermek bizi yalnızca yorar.
İnsan kendi duygularını tanımaya başladıkça, daha önce bahsetmiş olduğumuz, kendine has tuzakları fark ettikçe, hangi konulara duyarlı olduğunu ve ne zaman ölçüyü kaçırdığını artık sezmeye başlıyor. Üstelik duyguya gerçekten hakkını vermek, bazen bir “elhamdülillah”a bazen bir “estağfirullah”a dönüşerek gerçekten bir sonraki ana geçmemize, takılı kalmamamıza, anılarla boğuşmamamıza vesile olabiliyor. Bu çok büyük bir özgürlük.
Dengeyi yakalamak hakkında düşünmek için sarkaç hareketini gözünüzde canlandırabilirsiniz. Ağır bir metal topun yukarıdan bir merkeze bağlı olması ve bir uçtan serbest bırakılması halinde, hızla diğer uca geçmesi hareketi. Bir süre sonra sarkacın topu sallanır sallanır ve ortalarda daha küçük salınımlar yapmaya başlar. İşte bunun gibi insan kendi duygularını tanıyıp fark ettikçe, onlara hakkını verip yönetmekte ustalaştıkça önce tahterevalli etkisinin kontrolsüz savrulmasından uzaklaşmış sonra da dengeye yaklaşmış oluyor.
Duyguların dengede olması, asla 0-10 ölçeğinde daima 5’de durmak demek değildir. Tam tersine, ortalarda bir salınım yaparken bazen gerçekten duygunun hakkını vererek 1’e- 2’ye, bazen de yine gerçekten duygunun hakkını vererek 8’e – 9’a yaklaşabilmek demektir. Öfke ya da korku gibi temel duyguları düşünelim. Öfkeyi daima bastırma ve sonra patlatma dengesizliğinden kurtulmayı başarmış bir kişi, ancak öfke duyusunun hakkını verememekten gelen duyarlılık hali kaybolduktan sonra, gerçekten çok haklı da olsa, o an başka şeyleri gözettiğinden, içine sine sine kendisine yük etmeden o öfkeyi o an 1’e 2’ye çekebilir. Ya da yine bir şeyleri gözeterek 9-10 şiddetinde güzel güzel kızıp, sonra dengeye gelerek bir sonraki ana geçebilir.
Sona geldik sevgili okur,
Psikoloji bilimi bir kişinin değişmesi ve duyarlı olduğu konularda dengesizliğin dengeye gelmesi için, kişinin hem bilinçli bir çaba göstermesi gerektiğini, hem de ondan daha “dengeli” bir kişi ile içinden kuvvetli bir bağ kurması gerektiğini ifade eder. Dönüştürerek içselleştirme (transmuting internalization) diye literatüre girmiş bu mekanizmada kişi önce terapisti ile bağ kurar. Terapistinde algıladığı dengeleyici duruşu içselleştirir. Kendisine daha dengeli ve nötr bir gözle dışarıdan bakmayı öğrenir. Sanki o kişinin sesi kafasında yankılanır, hali tavrı gözünde canlanır. O olsaydı şimdi ne yapardı, bana ne derdi diye düşünür. Bu bağ ilk başta eğreti dursa da sonraları terapistinden kendisine yansıyan dengeli olma hali kendi dünyasının sindirilmiş bir parçası olur.
Şimdi size 100 puanlık uzmanlık sorusu geliyor efendim! Sorumu soruyor ve huzurlarınızdan şimdilik ayrılıyorum:
Danışan ile terapist arasında oluşan, günlük meselelerde değişime, dönüşüme; bir nevi iç huzura ve dengeye vesile olan bu bağın, önce bir velî zat ile, sonra da denge ve kemâl halinin en mükemmel timsali olan Efendimiz aleyhisselatü vesselam ile kurulduğunu bir hayal edin… Sizce bu mümkün mü? Mümkünse işleyiş ve netice nasıl olur?
Muhabbetle…
Bende bir zamanlar durup durup sağlam patlayanlardandım. Ama son soru hakikatli patladı. Çok sağolun.🤗
son cümle çok sürprizli ve vurucuydu, elinize sağlık.