Sosyal

Afet Zamanında İnsan Halleri

0

Hepimiz yaşamımız boyunca bazı dönemlerde birtakım zorluklarla karşı karşıya kalırız. Karşı karşıya kaldığımız güçlüklerle sergilediğimiz tutumlar arasında bizi büyüten, kendimizin farkına vardıran, etrafımıza daha nitelikli bir biçimde bakmaya yol açan irtibat noktaları vardır. Zorluklar bizi güçlendirir, silker, ayıltır. Ancak buradan zorluklar kendimizin daha iyi farkına varmamızın vesileleridir gibi kategorik cümlelere gidemeyiz.

Bir zorlukla, musibetle karşılaştığımızda o musibet dolayısıyla bizde daha önce hareketlenmemiş olan bir süreç başlar. Musibetler olağan akışı bozar ve bizi zorlar. İnsanı zorlayan ve bir aksiyona mecbur kılan durumlar insana hem ihtiyaçlarını tanıma ve yönetme noktasında hem de hayata dair bir kavrayış kazanma noktasında  anlamlı tutumlar geliştirmeyi öğretir.

Bir zorluk karşısında onunla karşılaşan insan kadar farklı imkan var demektir. Yani kimi karakter yapılarında, kimi kabiliyetlerde karşılaşılan zorluklarla kavrayışın kazandığı/kazanabileceği formlar arasında bir örtüşme yaşanır. Zorluğu yaşayan kişi zorluğun içerisindeki kolaylıkla karşılaşabilir; zorluğun içerisindeki büyüklükle karşılaşabilir ve bu karşılaşmaya manevi kültürün birtakım kalıpları üzerinden farkına varmadan tanık olabilir veya bunu bizatihi yaşayan olarak dışavurabilir. Burada bir rüya dili devreye girebilir, insan bilinci zamanı yarabilir. Bu durumlarda anlatılanlar zaman ve mekana ilişkin bir ayrıcalıklı kılınmayı ifade eder. Biz buna ilahi ikram, lütuf deriz. Çünkü bu Allah tarafından verilmiştir ve bununla karşılaşmaktan ya da başkalarının karşılaşmasına şahit olmaktan dolayı memnuniyet duyabiliriz. Hak ile muamelede zorlukların içerisindeki büyüklükler veya o an içerisindeki an’a tanık kılınmanın yolları vardır deriz, Allah da onu böyle anlatır.

Hayat ve ölüm bize göre anlamlı kategorilerdir. Allah nezdinde hayat, varlık, rahmet asıldır. Yani sadece zaman ve mekanı dürüp büken bu türlü keramet, lütuf anlatılarına mazhar olanlar ayrıcalıklı da orada ruhlarını teslim edenler ayrıcalıksız olamaz. Onlar da ayrıcalıklıdır. Onların Allah katındaki dereceleri kendilerine şehit denilmekle haber verilmiştir.

Biz ölenlere mustarip öldükleri düşüncesiyle yaklaşıyor, hayatı ve ölümü kendi açımızdan değerlendiriyoruz. Allah açısından bakıldığında hep hayat vardır ve Kur’an’da gerçek hayat ahiret hayatıdır diye buyurulur. Bu yaşanılan hadiselerde anlatılan keramet niteliğindeki sahneler, aslında ahiret hayatındaki nimetlere misal oluşu ifade ediyor. Yani ilahi ikrama mazhar kılınmakla Allah’ın ikramlarının ölüm sonrası formları bize anlatılıyor. Bu yazılması da konuşulması da zor bir mesele.

“Onlar öldü, Allah onları niye doyurmadı ya da onlara niçin ilahi ikram ulaşmadı?” gibi bir düşünce akıllara gelebilir. Fakat bu tarz ilahi ikramların aktarıldığı anlatımlarla karşılaşan zihinlerin kıyas yapması yanlıştır. Allah’ın rahmeti de lütfu da hakikate ilişkin mazharları da ölüm-hayat ayırt etmez. Bu durum geriye kalanların bir takım alametlerle karşılaşmasına da engel olmaz. Kerametler, İlahi lütuflar bir takım alametlerdir, onların mevcudiyeti gidenlerin, ölenlerin heba olduğu anlamına gelmez. Orada daha fazlasının yaşandığı anlamına gelir. Eğer bu afet sırasında bir çocuk için melek inmişse biliriz ki giden her kişi için de melek inmiştir.

Hem zorlukları yüceltmeyen hem de zorluklar içerisindeki büyüklükleri görmezden gelmeyen, zor da olsa bir teyakkuz, bir ayıklık taşımak durumundayız. Musibeti musibet olarak görüp insan dayanışması açısından ne tür aksaklıklarla irtibatlı olduğunu görmezden gelmek bir cezbe ya da bir tevhid fikri olarak açıklanamaz. Aynı şekilde musibeti münhasıran insanların sorumsuzluklarının ortaklaşa yapımı olarak algılamak da insanı sahipsizleştirir.

Birtakım sorumlulukları yerine getirmediğimiz için, günahlara duçar olduğumuz için yahut günahlara kapılmaya engel olamadığımız için Allah tarafından bu şekilde edeplendirildiğimize dair bir düşünce ile kendimizi sorgulayabilir, iyi olana yakınlaşmak için niyetlenebilir, kendi içimizde bir dönüşüm başlatabiliriz. Kendi açımızdan bunu düşünsek de başkasını bu düşüncenin sebebi olarak göremeyiz;  “o ya da onlar” kötü davrandığı için Allah bizi cezalandırdı diyemeyiz. Zorluklar karşısında zorlukların içerisindeki büyüklüğe tanık olmamız, bizi bu konularda keskin konuşmalardan men eder.

Mevcut kerametvari anlatımlarla karşılaşıyor olmamız aslında içimizde bu türlü duyguların yaşadığını gösterir. Yani dini bilinç, Müslüman hafıza böyle vakalarda kendi alametlerine mazhar buluyor; bazı insanların dilinde, halinde, tecrübesinde karşılık buluyor ve Allah onların şahsında ben buradayım derken diğerlerine de kendisinin rahmet ile yarlığayıcı olduğunu işaret ediyor.

Birileri burada doyurulduysa, bize iade edildiyse diğerleri de Allah katında doyurulmaktadır; çünkü rahmet kuşatıcıdır, bunu böyle yorumlarız. Bu tür tanıklıklar yaşayan insanlara karşı ayrıcalık atfıyla aşağılık kompleksi geliştirmeyiz. Allah orada da burada da aynıdır, fark bizim gafletimizle ilgilidir. Allah ve tecellilerle ilgili hususları bir magazin malzemesi yapıp, bunları şehir efsanesine dönüştürüp kendimiz için bir prestij alanı sağlıyorsak ve bunun anlatılmasını kendimiz için bir ayrıcalık ya da başkalarını etkilemek için bir stratejiye dönüştürüyorsak edep dışı davranmış oluruz, bindiğimiz dalı keseriz.

Bu tür ilahi ikramlara mazhar olanlar bu durumu aktarmış olabilir ama diğerlerinin bu hal üzerinden yapacağı yüklemeler artık o tecrübenin kapsama alanında değildir. Orada himaye olunmuş bir durum varsa “tık sayılarında” o himayeyi bulamayacağız ve bir takım tarihlerle, imalarla, sataşmalarla karşılaşacağız demektir. Şu durumda bu tarz anlatımların aktarıcısı olmak bizim üzerinde titizlenmemizi gerektirecek bir sorumluluğu omuzlarımıza yüklemektedir.

Hayat ve ölüm, vakti Allah tarafından tayin edilmiş olan değişmez hadiselerdir. Bunların cereyan etme şekilleri ve bu sırada yaşanan halleri biz Allah namına değerlendirerek “bu bunun için” diyemeyiz. Allah’ın hesabını biz kullar sadece; bazılarını yaşatmak için lütuf, ikram verip bazılarının ise canlarını kabzettiğiyle ya da insanların günahlarından ötürü musibetlerle, afetlerle terbiye edildikleri anlayışıyla veya  müteahhitlerin yanlış inşasıyla açıklayamayız. Bu tek taraflı, sıkıştırılmış, sınırlı okumayla bizim gibi düşünmeyen diğer insanları suçlu hissettiremeyiz. Yaşanılan durum büyük bir afettir. Kader de küçümsenecek bir mevzu değildir. Herkesin biraz insaf ile bakması gerekiyor. Bu da bir tenezzül değil bir mecburiyet durumudur.

Tûba

Niyet Ettim, Niyetlendim

Önceki içerik

Saat Kaç?

Sonraki içerik

Yorumlar

Yorum Yaz

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

En Son Eklenenler

En Son Eklenenler

Arşiv