Güncel

Ayna

0

Ayna, ayna söyle bana benden daha lâik olan var mı dünyada?

Bir büyüğüm şöyle demişti: “Devletlerin dini olmaz. O devlette yaşayan insanların dini olur.” Yani devletin kurucuları kimse, halkın çoğunluğu da yöneticilerin dini üzerindedir. Mesela bizler Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak Müslümanız. Ülkemizde azınlıkları ve farklı etnik kökenli insanları barındırsak da genel olarak devletin kurucusu olan Türklerin ve diğer ırklardan olan halkın çoğunluğunun dini İslam’dır. Yani biz bir İslam toplumuyuz.

Lâikliğin Fransa’da çıkış sebebi; Katolik kilisesinin krallık yönetimiyle anlaşarak uyguladığı ezici otoriteyi bahane edip kraldan ve kiliseden kurtulmaktı. Lâik, Yunanca ‘din adamı olmayan kişi’ demekti. Fransızlar artık din adamlarının yönetime katılmasına engel olmak istiyor, Tanrı’ya sadakat yerine devlete sadakat yani kilisenin vicdan ahlakı karşısında, aklın yasalarıyla (Cumhuriyet) yönetilmesi gerektiğini savunuyorlardı. Elbette bunda mezhep savaşlarının ve kilisenin izniyle kral tarafından Protestanların katledilmesinin de rolü çoktu.

1946’da Fransa Millet Meclisi’nde üç parti vardı. Sosyalistler din ile devletin ayrılması, Komünistler dinin tamamen dışlanması, Hristiyan demokratlar ise din ve vicdan özgürlüğü nedeniyle lâikliği onaylamaktaydı.
Fransa anayasasının 1. maddesinde: “Fransa bölünmez, lâik, demokratik ve sosyal bir Cumhuriyet’tir” denilmekle birlikte lâik kelimesi bu anayasada yalnızca iki kere zikredilmekte, fakat tanımı verilmemektedir.1

Anlaşılan o ki açıkça tanımı verilmeyen kelimeye, herkesin kafasına göre anlam yüklediği bir açmazla baş başayız. Bizde de durum pek farklı değil, bir çok insanın yine ideolojisi doğrultusunda anlam yükleyerek bunu pi-yasa-ya sürdüğünü görmekteyiz.

Bugünkü Fransız hukukçuların çoğunda egemen olan kanaat şudur ki; “Kendi ülkesinde her erkeğe ve her kadına mutlak inanç özgürlüğü tanıyan, bu özgürlüğe saygı gösteren ve bunu emniyet altına alan her devlet lâiktir.2

Bu tanıma göre, ülkelerin Müslümanlara yaptığı muamelelere baktığımızda lâik bir yönetime sahip olup olmadığı ortaya çıkacaktır. Lâiklik anlayışında devlet, bütün inançlar karşısında tarafsızdır. Oysa Fransa Müslümanlara karşı saldırgan bir tavır takınarak, lâikliğe Fransız kaldığını açıkça ispatlamıştır.

Eğer tarihte ilk lâik anayasa ve yönetim hangisidir diye bir soru sorulacak olsa rahatlıkla Efendimiz’in (s.a.s.) Medine Şehir Devleti’nde uyguladığı 47 maddelik “Medine Vesîkası” diğer ismiyle “Muâhede”dir diyebiliriz.

Medine Vesîkası; Medine’deki farklı dinî, siyasî ve etnik grupların katılımıyla hazırlanan, Hz. Peygamber’in devlet başkanlığında birlikte yaşamayı öngören siyasî-hukukî bir belgedir.3
Bu anlaşmaya imza atan Yahudi topluluklar, medenî olmayı başaramayıp ilk fırsatta hainlik ettiklerinden daha sonra Medine’den sürülmüşlerdir.

Medine Vesikası, Fransız hukukçuların 1300 sene sonra vardıkları lâiklik tanımına uyan ilk vesikadır. Üstelik Yahudi ve Hristiyanlara da kendi şeriat, örf ve kânunlarına göre muhakeme edilme hakkı tanınmıştır. İnsan hakları açısından bakıldığında tarihteki ilk insan hakları beyannamesinin de bir numunesidir.

Fransa’nın eski cumhurbaşkanlarından François Mitterrand’ın danışmanı olan Jacques Attali 1981 senesinde şöyle demişti: “Gelecekte nüfusu azaltmanın bir yolunu bulmamız gerekecek. Önce yaşlılardan başlayacağız, 60-65 yaşını geçince ürettiklerinden fazlasını tüketiyor ve uzun yaşıyorlar. Sonra; zayıflar, işe yaramazlar, topluma katkısı bulunmayanlar ve aptallar. Ötenazi; gelecekteki toplumların vazgeçilmez bir aracı olacak. Elbette insanları infaz edemeyiz ve toplama kampları kuramayız. Ancak bunun kendi iyilikleri için olduğuna inandırarak onlardan kurtulacağız. Gün geçtikçe sayıları artıyor ve bu ülkeye büyük bir maliyet getiriyor.”

Bir hadis-i şerifte ise şöyle buyruluyor: “Eğer takva sahibi gençler, beli bükülmüş yaşlılar, süt emen çocuklar, yayılan hayvanlar olmasaydı, belalar sel gibi üstünüze dökülecekti.(Taberani, el-Evsat, 7/134)

Hızla dinî ve ahlakî değerlerinden uzaklaşıp sekülerleşen (dünyevileşen) Avrupa ve Batı’nın insana bakışını yansıtan bu kişi ile İslam’ın insana, zayıfa, güçsüze bakışı tamamen zıttır.

İslam; bu ateist, sekülerleşen toplumların ahlaksızlıklarını kendilerine aksettiren bir ayna olması sebebiyle Müslümanların öcü ilan edilmesi karşısında hiçbir şey yapamayacak hâldedir. Zira İslam değişmez bir ahlak yapısını ortaya koyar ama bunu uygulayan insanların ahlak seviyeleri İslam’ın toplum içerisindeki konumunu ortaya çıkarır.

Bu sebepten Avrupa’da ve Batı’da hızla yükselen İslamofobi (İslam korkusu) yaşanması normal karşılanmalıdır. ‘İslam korkusu’ olarak tanımlanan İslamofobi ilk duyulduğunda basit şeylerden duyulan korku gibi kulağa ılımlı bir hava veriyor. Oysa bugün antisemitizm denildiğinde kendilerinden öldüresiye nefret edilen Yahudiler anlaşılıyorsa bu kelime anti-İslamizm olarak literatüre geçmelidir. Çünkü hızla yükselen bu korku daha çok nefret ve Müslümanları öldürme isteğine evrilmiş vaziyettedir.

Anti-İslamizmin temel sebeplerinden biri de medyanın ve yönetimlerin bunu kendi çıkarları doğrultusunda kullanma ve kışkırtmasıdır. İslam’ın adı, ülkelerin sömürgeleştirme politikaları üzerinden, kendi oluşturup besledikleri terör örgütlerinin adıyla anılıyor. Halklara ise İslam’ın öğretilerinin tamamen tersi pompalanıyor. “Müslümanlar teröristtir, gözünü bile kırpmadan sizi öldürebilir” deniyor.

İnsan hakları ve lâikliği ağızlarına sakız yapıp çiğneyen Avrupa ve Batı’nın asıl yaptıkları iş ise fakirleri, zayıf ve güçsüzleri köleleştirerek sömürmek, süründürmek veya bir yolunu bulup öldürmektir. Onlar ülkelerinde fazladan beslenen bir boğaz gibi gereksizdir, istenmeyendir. Hor ve hakir görülendir. Günümüzde bu zayıf kesimin, ülkelerindeki iç savaşlardan ve açlıktan kaçan çoğunluğunun Müslüman göçmenler olduğu ortadadır. Son yıllarda Avrupa’da kaybolan göçmen çocukların yüz binleri bulduğu bilinmektedir ancak başlarına  ne geldiği ise meçhuldür.

‘Cehalet’ bir korku küreğidir. Bilinmeyene karşı korku arttıkça bu cehalet, nefret ateşini körükleyerek yangına çevirir. Çok korkan bir insanın vereceği ilk tepki ise korktuğu şeye zarar verme veya yok etme isteğidir. Müslümanlar olarak kendimizi gereği gibi tanıtamıyorsak elbette bunda İslam’ın değil bizim sosyal toplum içerisindeki pasif rollerimizin kabahati vardır.

İslam, yalnızca Avrupa ve Batı’nın çirkin yüzünü seyrederek korktuğu bir ayna olarak değil, biz Müslümanlar tarafından da temsil hakkını veremediğimizden bakmaya korktuğumuz bir ayna olarak karşımızda durmaktadır.

1 Ahmed Yüksel Özemre, Makaleler “Laiklik Aşığı, Ama Laikleşemeyen Laik Devlet”, 2005.
2 Ahmed Yüksel Özemre, Makaleler “Laiklik Aşığı, Ama Laikleşemeyen Laik Devlet”, 2005.  
3 Mustafa Özkan, Medine Vesikası, TDV İslâm Ansiklopedisi, c. EK-2, s. 212-215, Ankara, 2019.

fatma yıldız
Sayılmayız parmağ ile Tükenmeyiz kırmağ ile Taşramızdan sormağ ile Kimse bilmez ahvalimiz. Erenlerin çoktur yolu, Cümlesine dedik beli; Gören bizi sanır deli, Usludan yeğdir delimiz Tevhid eden deli olmaz Allah deyen mahrum kalmaz Her seher açılır solmaz Bahara erer gülümüz.

    Gel Keyfim Gel

    Önceki içerik

    İslamofobi

    Sonraki içerik

    Yorumlar

    Yorum Yaz

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir