Âb-ı Hayat

Birlikte Yaşama Anlaşması: Medine Vesîkası

0

Hz. Peygamber ashabıyla birlikte Medine’ye hicret ettiklerinde idârî ve sosyal düzen açısından oldukça karışık olan bu şehir yapılanmaya başlamıştı. Öncelikle Efendimiz (s.a.s.) tarafından şehrin adı sözlükte “kınamak, hataları yüzüne vurmak, kötülemek, fitne ve fesat çıkarmak” anlamına  gelen Yesrib‘den, “aydınlanmış şehir” anlamına gelen Medine-i Münevvere‘ye çevrilmişti. Fakat şehirde her din ve kültürden farklı insanların birlikte bulunması, kişilerin birbirleriyle olan münasebetlerinde anlaşmazlığa sebep oluyordu.

Medine ziraat ve tarıma elverişli, havası, iklimi yumuşak bir belde olması bakımından göçlerde en çok tercih edilen şehirlerden biriydi. Medine’de Mısır’dan Filistin’e, Filistin’den de Medine’ye göç etmiş olan Yahudiler ellerinde Tevrat ile dolaşırken, şehirde bulunan ve henüz İslam ile tanışmamış, bölgeye hakim iki Arap kabilesi olan Evs ve Hazrec kabilelerinin 120 yıldır süregelen çatışmaları büyük huzursuzluğa sebep oluyordu. Aslında önceleri Evs ve Hazrec kabileleri birbiriyle iyi anlaşan iki kardeş kabileydi. Fakat Yahudiler şehre yerleştikten sonra yaptıkları hileler ile bu iki kabileyi birbirine düşürdüler. Yahudilerin bir kısmı Hazrec kabilesine büyük bir çoğunluğu da Evs kabilesine mensubtu. Çevirdikleri entrikalarla kabileler arasındaki iyi ilişkiyi bozdular, gergin ve huzursuz bir ortam oluşmasına sebep oldular.  “Buas Savaşları” denilen bu savaşlar Medine ve çevresini tam bir kaos ortamına çevirmişti. Hicret esnasında Yahudiler özellikle iktisadî bakımdan Medine’nin hakimi durumundaydılar.

Eğitim seviyesi ve okuma-yazma oranının oldukça düşük olduğu Medine’de Yahudiler İbrani alfabesiyle Arapça konuşup yazıyorlar, dini ibadetlerini ve çocuklarına verdikleri öğretimi “Beytu’l-medaris” denen yerde yapıyorlardı. Araplar ise bu sınırlı imkandan yoksundular ve esasında ellerinde kitapları da yoktu.

Hz. Peygamber Medine’de önce Müslümanlara birlik ve beraberliği öğrettikten sonra Müslüman olmayan fakat Müslümanlarla aynı ortamı paylaşan diğer komşularıyla da görüşmeler yaparak toplumu bir arada tutmak, kavga ve kargaşalara son vermek istiyor ve bu yönde çalışmalarını aralıksız sürdürüyordu. Hicretin ilk günlerinden Medine Sözleşmesi’nin yapıldığı günlere kadar muhtemelen bir yıllık dönem içinde; Hz. Peygamber ashabına üstün ahlakî ilkeleri, İslam kardeşliğinin ve müminlerin birbirlerine olan bağlılık ve sevgilerinin önemini, Allah’a yakınlaştıran her türlü ibadet ve taatı, sabırlı ve kanaatkâr olmayı, Kur’an’a ve Resûlullah’a uymanın faziletini anlatarak mükemmel bir eğitimden geçiriyordu.

Müslümanları manevi bir donanıma sahip kılmak istediği gibi onların dünya hayatında da huzur ve mutluluklarını sağlamak istiyordu. Bu çerçevede ilk adımını ensardan Enes bin Malik’in evinde, ensar ve muhacirlerin arasında yönetim ilkelerini belirleyen, sosyal ilişkileri düzenleyen; adliye, maliye, eğitim, siyasi ve askeri alanlarda bir sözleşme gerçekleştirmiştir. İşte 47 maddelik Medine Sözleşmesinin ilk 25 maddesi ensar ve muhacirler arasında imzalanmıştır. 26. maddesi ve sonrasında gelen maddeler ise Müslümanlar ile Yahudiler arasında gerçekleşmiştir. Bu sözleşmenin bazı maddeleri şu şekildedir:

  • Müminler kendi aralarında ağır mali sorumluluklar altında bulunan hiç kimseyi kendi halinde (problemi ile baş başa) bırakmayacaklar; kan diyeti gibi borçlarını iyi ve makul bilinen esaslara göre vereceklerdir.
  • Takva sahibi müminler, kendi aralarında saldırganlara ve haksızlık ederek bir cürum yapmayı tasarlayanlara yahut bir hakka tecavüz edenlere veyahut da müminler arasında bir karışıklık/fitne fesat çıkarma kasdını taşıyan kimseye karşı olacaklar ve bu kimse onlardan birinin evladı bile olsa, hepsinin elleri onun aleyhine kalkacaktır.
  • Yahudilerden bize tâbi olanlar, zulme uğramaksızın ve onlara muarız olanlarla yardımlaşılmaksızın, yardım ve desteğimize hak kazanacaklardır.
  • Üzerinde ihtilafa düştüğünüz herhangi bir şey olursa, Allah’a ve Hz. Muhammed’e arz edilecektir.
  • Yahudiler, müminler gibi, savaşa devam ettiği müddetçe (kendi harp) masraflarını karşılamak mecburiyetindedirler.
  • Medine’ye yönelik bir saldırı olması halinde Yahudiler ve Müslümanlar kendi savaş masraflarını kendileri karşılayacak, bu sahîfede gösterilen kimselere savaş açanlara karşı yardımlaşacaktır. Onların arasında kötülük değil iyi niyet ve samimiyet hâkim olacaktır. Bu vesikadaki bütün kurallara muhakkak riayet edilecektir.
  • Himaye altındaki kimse, bizzat himaye eden kimse gibidir; ne zulmedilir ne de suç işleyebilir. (12-40)

Medine Vesîkası İslam tarihinde Medine Devleti’nin kuruluş esaslarını ve temel prensiplerini ortaya koyan ilk yazılı anayasa örneği kabul edilir. Siyasî, iktisâdî, ictimâî, ve dinî muhtevasıyla çok yönlülük arz eden bir anlaşmadır. Müslümanların aralarında adalet ve eşitliği sağlamalarının yanı sıra Yahudilere mülk edinme ve din hürriyeti vermesi sebebiyle de Hz. Peygamber’in onlara karşı muamelesindeki adaletin göstergesidir. Eğer Yahudiler kendi elleriyle bozmamış olsalardı, Müslümanlarla aralarındaki bu adil anlaşma devam edecekti.

WhatsApp Kullanım Sözleşmesi

Önceki içerik

Filistin’e Veda

Sonraki içerik

Yorumlar

Yorum Yaz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir