Yaptığımız paylaşımlarda, seminer ve söyleşilerimizde pek çok kez şekerin sağlığa zararları sebebiyle hastalıklara nasıl davetiye çıkardığını anlatmaya çalıştık. Hatta bunu yaparken markaları gizlemeden, ürünler üzerinden örnekler vererek, en net ve yalın haliyle sizlere aktardık. Söylemlerimizde bile hep kulağa “hoş gelen” ifadelerde kullanılan şeker, gözle görülmeyen zararları pek de önemsenmeyen bir “gıda maddesi” olarak biliniyor. Çünkü şeker hakkında insanların düşünceleri genellikle kilo almadaki etkisi şeklinde olabiliyor. Şeker tüketiminin beslenmemize olan etkilerinden bahsederken aslında şekerin sağlığımız üzerinde dengeleri bozan büyük etkilerinden bahsetmiş oluyoruz.
Peki, şeker hayatımıza ne zaman ve nasıl girmeye başlıyor?
İnsanlar doğdukları andan itibaren anne sütü ile beslenmeye başladığında ilk olarak laktoz yani süt şekeriyle tanışıyor. İlerleyen yıllarda tükettiği gıdalar ve ürünlerle beraber şeker oranı vücudun alışık olmadığı tat ve derecelere doğru gitmeye başlıyor. Ek gıdaya başlayan bebeğe bebek bisküvisi adıyla yüksek şeker içerikli ürünler, ilave şeker içeren mamalar vb. gıdalar 6. aydan sonra uzmanlarca öneriliyor. Bu -ek gıdaların- hepsinde sofra şekeri ve hatta bazılarında glikoz şurubu gibi nişasta bazlı işlenmiş yoğun şekerler bulunuyor. İşte bu andan itibaren yani henüz bebeklik ve erken çocukluk devresinde şeker damak tadımızı ele geçirmeye başlıyor.
Sadece bununla da sınırlı değil. Şekeri en büyük silah olarak kullanan gıda endüstrisi, şekeri bebeğe direkt ulaştırdığı gibi anne yoluyla da ulaştırıyor. Öyle ki, anne sütü veren bir annenin sütünün artması için önerilen çaylara veya içecek karışımlarına katılan ilave şekerlerle anne sütüne sakkaroz yani sofra şekeri karışıyor; bu vesile ile anne sütü gereğinden fazla şekerli hale geliyor. Tüm bunlarla beraber henüz bebeklik dönemindeyken sakkaroz sofra şekeri tat reseptörlerine işleniyor. Laktoz ile 27 birim tada alışan bebek bünyesi, tat reseptörleriyle tanışan şekerin tat oranını bir anda 70 birim hatta 100 birime kadar yükseltiyor. İşte bu yükselişle damak tadı artık tat katsayısı yüksek şekerlere alışan bebekler ve çocuklar zamanı geldiğinde sebze ve meyve yemek istemeyen çocuğa dönüşüyor; süt peynir ya da yoğurt da onlara artık tat vermemeye başlıyor. Fermantasyon süreci ile ekşiyen peynir, yoğurt ve kefir gibi ürünlerdeki laktoz seviyesi tat reseptörleri yükselen çocuğa hiç tatlı gelmiyor. İşte çocuklarımızın belli yaşta belli gıdaları yememesinin, peynir yoğurt yememesinin süt içememesinin sebebi.
Aslında bu kadarla da kalmıyor. Bir süre sonra tat reseptörleri 100 birime yükselen çocuk “Bir kerecik yesin ne olacak” sözleriyle yetişkinler tarafından ikram edilen ürünler vasıtasıyla mısır şurubu ile tanışıyor. “Yakar zaten, bir kerecik yemesinden ne çıkar?” denilerek içeriklerini dahi sorgulamadan iyi bir şey yaptığımızı düşünerek çocuklarımızın önlerine bu yoğun şeker katkılı gıdaları getirebiliyoruz. Çok acıdır ki onları bu gıdaları yemeye başlangıçta biz yetişkinler teşvik ediyoruz ve hatta onlara biz öğretiyoruz. Tercihlerinin oluşmasına bir nevi katkıda bulunuyoruz.
“Aman canım sen de, ne olacak neticede çocuktur” sözleriyle verilen sakızlar, şekerler, çikolatalar, gofretlerle çocuktaki glikoz-fruktoz şurubunun tat seviyesi 170 birim civarına çıkıyor. Bu şekilde beslenerek damak tadını bozan ve tat seviyesi 170 birime tanımlanan beyin, sofra şekerini daha rahat kabul ediyor. Şöyle ki, yediğimiz yiyecekleri daha tatlı hale getirerek yemek istiyoruz. Örneğin çaya şeker atmadan içebilirken 2-3 şeker atmadan içemez hale geliyoruz. Benzer şekilde tatlıya bağımlılığımız da yavaş yavaş artıyor.
Rafine şeker tüketimi bağımlılığı bu şekilde artan bir birey, fark etmese de zihin uyuşukluğu, yorgunluk ve enerji düşüklüğü yaşamaya başlıyor. Bilişsel faaliyetleri ve hafızası etkileniyor. Sağlığı görünür şekilde insülin direncinin artmasıyla bozulmaya başlıyor. Obazite, Alzeimer, Tip 2 diyabet vb. hastalıklara da kapı açılmış oluyor. 1950’lerde sofra şekeri temel gıda maddesi olarak verilmekteydi. O tarihlerden oluşturulmaya başlanan şekerle ilgili algıyı şimdilerde onlarca etkisini bildiğimiz halde değiştiremiyor olmamız ve bugün bu alışkanlıkları hala bırakamayışımızın sebebi de yine şekere olan bağımlılığın etkisi.
İşte şekerin etkileri… İllaki zehirdir dememizle sağlıksızlığını belirtmiş olmayız. Şeker tüketiminin kısıtlanmasının somut olarak asıl sebebi budur aslında. Aman çocuktur canım yesin derken aslında çocuklara şeker hastalığına kapı açıp, tat reseptörlerini arttırarak bağımlı hale getirmiş oluyoruz. Aslında hayatlarını karartıyoruz, farkında değiliz. İlla doğrudan zehirlemesi gerekmiyor; bu şekilde süreç içinde de zarar veriyor, biline.
Yorumlar