“Görgülü kuşlar, gördüğünü işler.”
Çocukluğumu hatırladığımda, hafızamda boyumu aşan çayırların içinden önce gülüşmeleri ardından ayak sesleri gelen çocukların, kir pas içinde bile sevimli görünen yüzleri canlanır.
Sabah kahvaltısından sonra evlerinden çıkan, akşam ezanından sonra ilaçlama arabasının peşinde koşan, vakitlice eve gelmediği için çok da pedagojik olmayan yöntemlerle eve alınan -çünkü o zamanlar pedagoji yoktu- çocuklardan biri de bendim. Okul döneminde ailemizin yanında yoğunlaşan mesaimiz baharla birlikte büyüklerin olduğu mekanlara taşınırdı. Bağ bahçe işlerinde verilen suni görevlerin, konu komşunun evine, işine yardıma koşturulduğumuz vakitlerin, büyüklerin hareket tarzlarına ve işlerine göre şekillenen yaşayış biçimlerimizin bize çocukluğumuzu yücelten ve kendisiyle övünülen bir hatıra bıraktığının farkındayım. Belki de bu hatıralar yaşanırken bu kadar tatlı ve güzel değildi, fakat şu var ki şimdiden baktığımızda bizi teselli eden ve bize yaşama dair güç veren bir hususiyetleri var.
Çocukluk ne tuhaftır ki ona dair anlatımlar serdedilirken bile konuşan kişinin içerisine bir büyüklük yerleşiverir, velev ki anlatılanlar aksilik, yaramazlık olsun. O haller bile tatlı bir hatıra denilerek tebessümü dudaklarımıza yerleştirir, kendisiyle övünülür. Çocukluğumuzda muhataplarımız tarafından zorlukla başa çıkılan haller, merhametle örtülmüştür büyükler nezdinde. Hiç de kolay olmasa gerek. Yine, her çocuğun hatırası kendisi için vazgeçilmezdir; en güzel çocukluk hatıraları onundur, en güzeli o yaşamıştır, en çok yaramazlığı o yapmıştır.
İnsan, çocukluğun faili olduğu dönemde muhatabına yaşattığı iyiliğin, güzelliğin, zorluk ve sıkıntının farkında olmaz. Bunu düşünmez ve çoğunlukla dikkate almaz. Hayat ve istekler onundur; başkası için değil, kendisi için yaşar. Bu sebeple çocukluğu konuşurken dikkat kesilmemiz gereken yönlerden biri de onun kişilerin birbiriyle benzer özellik göstermeyen “biricik” tecrübelerden oluşmasıdır. Çocukların, kendi çocukluklarının nasıl geçtiğine dair farkına varış çabası içinde olmayışları, hangi özü taşıdıklarını kavramsal olarak bilmeyişleri ve zaman-mekân kayıtlarından soyutlanmış olmaları, bu dönemin bizi anlaşılabilirlik noktasında oldukça aşan nitelikleridir.
Artık yetişkin olmuş bireyler olarak bizler, ne vakit ortaya çıkacağı belli olmayan kendi çocukluğumuz ile karşılaştığımız çoğu anda otokontrolümüzü kaybederiz. Hafızamız, içimizdeki çocuk ile dışımızdaki büyüğü birlikte kuşatan hatırlarla dolu olsa da bu iki evre arasındaki hesaplaşma tamamlanmadığı sürece çocuk ve çocukluk bizi savunmasız bırakır.
Hayatın her döneminde biriktirerek getirdiğimiz hatıraların olumlu ya da olumsuz yönleri bütünleşerek nihayetinde mücessem insan oluverir. Bu insan da kendisine gösterileni kendinden sonrakilere işleyecektir.
İnsanlığımız hakkındaki konuşmalarımız hayat boyu öne çıkardığımız vurguların toplamı sayılabilir. Çocukluğa ilişkin konuşmalarımız da böyledir. Ona dönük atıflarımız bir bakıma kendi beklentilerimizi, oluşumuzu ve olmak istediklerimizi yansıtır. Fakat çocukluk bizim olmayı istediklerimizin ötesinde bir varlık durumunu barındırır. O durumu bizim büyüklüğümüze karşı daima direnen, kendisine karşı boyun eğdiren bir şekilde görebiliriz.
Okuduğum bir yazıda bu boyun eğişin rahmanî yönü işleniyordu. Bunu zihnimde konumlandırmaya çalışıyorum. Kendimi ve çocuk olarak karşımda duran insanı yakınlık ve uzaklık yönüyle ayırt etmeye, kendimi ve onu anlamaya çalışıyorum. Kendimiz çocukken bize nasıl davranıldığı, bizim çocuk halimize karşı nasıl davrandığımız ve büyük olarak çocuklara nasıl davrandığımız arasında bazen bir değirmenin taşları arasında öğütülen buğday taneleri gibi olduğumuzu düşünüyorum. Bu anlama çabası içerisinde yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer olacağına dair inancım zaman zaman azalsa da, çocuğun rahmanî öze yakınlığı fikrini, zihnimin bir köşesinde tutacağım.
Küçük muhatabıma karşı diz çöktüğüm ve bazen çaresiz kaldığım durumlarda, bu bakış açısına tutunarak, yolda sebat etmeye çalışacağım. Ne dersiniz, başarmaya dair bir umut var mı?
Ahhh beni nasıl eskilere götürdün anlatamam keşke o zamanlara geri dönebilsem o findik ağaçlarının dibinde evcilik oynasam