“Mustafa nurunu evvel kıldı var
Sevdi onu ol Kerîm ü Kird-gâr”
(O Kerem sahibi Ve Yaratıcı önce Mustafa’nın
nurunu var eyledi ve o nuru sevdi)
“Her ne dürlü kim saadet vardurur
Yahşi huy u görklü âdet vardurur”
(Her ne çeşit saadet var ise; güzel huylardan,
görkemli âdetlerden her ne var ise)
“Hak ona verdi mükemmel eyledi
Yaradılmışdan mufaddal eyledi”
(Allah o nura verdi ve onu mükemmelleştirdi.
Onu bütün yaradılmışlardan üstün eyledi.)
“Ondan oldu her nihân ü aşikâr
Arş ü ferş ü yerde gökte ne ki var”
(Arş’ta ve âlemde, yerde ve gökte, gizliden ve açıktan
her ne var ise o nurdan yaratıldı)
Resûlullah Efendimiz’in (s.a.s.) sakin bir tabiatı vardı. İhtiyaç duymadıkça lüzumsuz yere konuşmazdı. Mübarek sözlerinin hepsi bir gerçeği ifade ederdi. Kıymetli sözlerinden birinde şöyle buyurmuştur:
“Ashabımın her biri gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız selâmete kavuşursunuz.”
Bilindiği gibi yıldızlar kendiliğinden ışık veren ve çevresini aydınlatan doğal ışık kaynaklarındandır. Yıldızların ve güneşin yaydığı bu ışık milyarlarca kilometre yol katederek dünyamıza ulaşır. Yani bir yıldızın ışık yılı olarak uzaklığı neyse, onun o kadar yıl önceki halini görürüz. Tıpkı bunun gibi Efendimiz’in (s.a.s.) ashabı olarak bildiğimiz o seçkin dostlarının her biri asırlar öncesinde O’nunla (s.a.s.) beraber yaşamışlar, O’nun (s.a.s.) sohbetinde bulunmuşlar ve ışıklarını yaymışlardır. Onların bu ışıkları, asırlar öncesinden günümüze, gönül semâlarımızda bizi selâmete kavuşturacak yıldızlar olarak parlamaktadır.
Biz de “Mevlid” in sıradaki bu beyitlerinde, Efendimiz’in (s.a.s.) seçkin dostlarından biri olan Câbir bin Abdullah el-Ensârî’ye tutunacağız. O bir gün Efendimiz’e (s.a.s.) şöyle bir soru sordu:
“Anam babam sana feda olsun Ya Resûlullah! Lütfen cevapla. Allah Teâlâ tüm bu kâinat ve mahlûkat içinde ilk olarak neyi yarattı?”
Kâinatın Efendisi’nin (s.a.s.) verdiği cevap, Süleyman Çelebi’nin de yukarıdaki beyitlerinde atıfta bulunduğu hadis-i şeriftir. Şöyle buyrulmuştur:
“Hak Teâlâ cümle şeyden önce senin peygamberinin nurunu kendi nurundan yarattı. Ve şöyle eyledi ki; o nur Allah Teâlâ’nın kudretiyle yine Allah Teâlâ’nın dilediği yerlerde devredip gezerdi. O zaman da ne levh, ne kalem, ne cennet, ne cehennem, ne melek, ne gök, ne yer, ne güneş, ne ay, ne insan, ne de cin vardı. Hâsılı yaratıklardan hiç bir nesne yaratılmamıştı. Hak Teâlâ mahlûkatı yaratmak istediği zaman, o nuru dörde böldü. Birinci kısmından kalemi, ikincisinden levhi, üçüncüsünden arş-ı azamı yarattı. Dördüncü kısmı yine dört parçaya böldü. Onun da birinci kısmından arşı götüren melekleri, ikinci kısmından kürsîyi, üçüncü kısmından geri kalan melekleri yarattı. Dördüncüsünü yine dört bölüme ayırdı. Birincisinden gökleri, ikincisinden yerleri, üçüncüsünden cennet ve cehennemi yarattı. Dördüncüsünü yine dört parçaya böldü. Birincisinden mü’minlerin gözlerinin nurunu, ikincisinden mü’minlerin kalplerinin nurunu, üçüncüsünden mü’minlerin dillerinin nurunu yarattı. Dördüncüsünden ise ruhumu yarattı.”
Resûlullah Efendimiz’in (s.a.s.) varlığının görkemi, O’nun (s.a.s.) nurunun görkemli yaratılışıyla başlar. O nur Allah Teâlâ’nın yarattığı oniki perde içinde sırasıyla uzun yıllar kalarak Hak Teâlâ’yı tesbih etti. Bu oniki perde; kudret, azâmet, minnet, rahmet, saadet, kerâmet, menzilet, hidâyet, nübüvvet, rif’at, heybet ve şefaattir.
Yazıcıoğlu Ahmed Bîcan‘ın “Envarü’l Aşıkîn” isimli eserinde nakledildiğine göre; Allah Teâlâ Efendimiz’in (s.a.s.) nurundan bir ağaç yarattı. Sonra Efendimiz’in (s.a.s.) nurunu inciden bir perde içinde açığa çıkardı. Bir tavus sûretinde olan bu nur o ağacın üzerine kondu. Bu ağaçta bin yıl tesbih etti. Sonra Allah Teâlâ hayâ aynasını yarattı. Tavusun karşısına koydu. Tavus aynada bu çok güzel sûreti görünce utandı. O kadar utandı ki utancından beş kere secdeye kapandı. Allah Teâlâ tavus suretindeki nura bir nazar eyledi ve bu nur hayâsından terledi. Allah Teâlâ bu nurun başının terinden melekleri, yüzünün terinden arşı, kürsîyi, levh, kalem, güneş, ay ve yıldızları yarattı. Vücudunun terinden yerleri ve yerin dibine kadar olan her şeyi; cehennemi ve cehennemin içindekileri yarattı.
Satırların sınırları içerisinde O’nun (s.a.s.) nuruna verilen görkemli âdetleri ve güzel huyları sığdırmaya muktedir olamasak da, gönlümüzün sınırsız ufuklarında tefekkür meyveleriyle, O’nun hakîkatini idrak edebilmeyi ümit ediyoruz. Sanıyoruz ki bundan sonra güneş, ay ve yıldızlara; yeryüzüne ve yerin altındaki her şeye daha farklı bir gözle bakacağız.
Zerâfetin simgesi olan tavus kuşu ise tam bir yaratılış harikasıdır. Araştırmalara göre, kuyruklarındaki emsalsiz tüylerin parlak renkleri iki boyutlu olan ve kristale benzeyen küçük yapılar tarafından üretilir. Ve ancak milimetrik hesaplamalar yapılmasıyla o mükemmel renk ve düzen tasarımı ortaya çıkabilir.
Evrim teorisini ortaya çıkaran Darwin şöyle bir itirafta bulunmuştur; “Şimdilerde ise doğadaki bazı belirgin yapılar beni rahatsız ediyor. Örneğin bir tavus kuşunun tüylerini görmek beni neredeyse hasta ediyor.” Onun hasta olmasının sebebi Yaratıcının mükemmel hesaplamalarla bir sanat harikası yarattığını görmesindendir.
Rabbimiz Efendimiz’in (s.a.s.) kıymetini en görkemli şekliyle idrak etmemizi bize nasip etsin. O’nun (s.a.s.) saadetli varlığı hepimize şifa olsun. Âmin.
Âmin inşallah 🤲🤲🤲