Medeniyet Şehirleri

Hatay’da İlk Durak: Habib-i Neccar Hazretleri

0

Yazı dizimizin bu bölümünde Habib-i Neccar Hazretleri’ne uğrayacağız.

Hatay yazı dizisinin ilk bölümünde Hatay’ın tarihçesi, kültürel yapısı, inanç turizmi, yemekleri, iklimi, ekonomisi ve mimarisine yüzeysel olarak değinmiştik. Serimize Hatay’ın manevi önderlerinden olan Habib-i Neccar Hazretleri’nden  bahsederek devam etmek istiyorum.

Habib-i Neccar Antakya da yaşamış bir din büyüğüdür. Kendisine marangozlukla uğraştığı için kelimenin Arapça ifadesi olan en-Neccar nisbesi verilmiştir.  Tefsir kitaplarında1 bahsedildiği şekliyle Habîb-i Neccâr’ın günlük kazancının yarısını ailesine ayırıp diğer yarısını tasadduk ettiği, şehirden uzak bir yerde oturup ibadetle meşgul olduğu, iman ettiğini açıklayıp halkı da iman etmeye çağırınca taşlanarak, linç edilerek veya hizarla kesilerek öldürüldüğü, kesilmiş başını eline alıp yürüdüğü şehirde herkesin ağzında dilden dile anlatılmaktadır.

Rivayet odur ki; M.S. 40’lı yıllarda Hz. İsa Antakya’ya elçilerini göndermiş ve elçiler halkı Allah’ın birliğine davet etmişlerdir. Ancak havarilerin yeni vaazları halkı öfkelendirmiş ve bu çağrıya tepki göstererek elçileri öldürmek istemişlerdir. Bunun üzerine Antakya’ya yeni bir elçi, Şem’un Safa, gönderilir. Şem’un Safa, mucizeleriyle kralı ikna eder ve arkadaşlarını kurtarır. Halk ise havarilere inanmamakta kararlıdır. Elçilerin uğursuzluk getirdiklerini düşündükleri için onları taşlayarak öldürmeyi planlamaktadırlar. Bunu duyan Habib-i Neccar hemen dağdaki marangoz atölyesini bırakır ve koşarak şehre gelir. Pagan inanışından vazgeçip havarilere katılır. Antakya halkına elçilere uymalarını öğütler. Halk onu dinlemediği gibi, bir de ölümle tehdit eder. Bu tehditlere kulak asmayan Habib-i Neccar elçilere onlardan taraf olduğunu ve Allah’a inandığını söyler. Bu sözler üzerine galeyana gelen halk hem Habib-i Neccar’ı hem de elçileri şehit eder. Evet, Habib-i Neccar öfkeli ahaliyi durdurmaya çalıştığı sırada öldürülür. Rivayete göre kesilen başı, Lübnan Dağı’nın tepesinden, şimdi türbesi ve mezarının bulunduğu yere kadar yuvarlanır.

Kur’an-ı Kerim’de Yasin Suresi’nin 13-32. ayetlerinde “karye” halkını Hakk’a davet etmek için bir şehre (Karye) gelen iki elçiye destek olmak üzere bir üçüncüsünün gönderildiği, halkın bunlara karşı çıktığı, sadece şehrin uzak bir yerinden gelen bir kişinin iman edip onları desteklediği ve bu kişinin, açıkça ifade edilmemekle beraber âyetin gelişinden anlaşıldığına göre şehir halkı tarafından öldürüldüğü, onun imanı sayesinde cennete girdiği, kendisine kötülük eden şehir halkının ise bir sayha ile helâk edildiği anlatılmaktadır. (Yâsîn 36, 13-29) Burada geçen kasabanın hangi kasaba olduğu belirtilmemiştir. Ancak sahabeden gelen rivayetlere istinaden müfessirler bu kasabanın Antakya ve bahsedilen kişinin de Habib-i Neccar olduğunu yazmışlardır.

Tarihçi İoannis Malalas, M.S. 37 yılında üç havarinin Antakya’da Hz. İsa’nın mesajını anlattıklarında burada bir depremin olduğunu yazmıştır. Buradaki deprem anlatısı Yâsin suresinde zikredilen Allah’ın şehir halkına ilahi bir ceza vermesi olayı ile benzerlik gösterir.

Habib-i Neccar Camii, Hz. İsa’nın havarilerine ilk inanan ve bu uğurda canını veren Antakyalı Habib-i Neccar’ın adını taşımaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde inşa edilen ilk camii olduğu kabul edilmektedir. Etrafı medrese odaları ile çevrilidir. Avlusunda 19. yy eseri bir şadırvan bulunur. Ahşap şerefeli, pabuçlu bir minaresi vardır. Minarenin sağında yerin 4 metre altında Habib-i Neccar’ın ve Şem’un Safa’nın, girişte ise Yuhanna ve Pavlos’un türbeleri bulunmaktadır.

Habib-i-Neccar-Hazretleri

Habib-i Neccar

İslam Halifesi Hz. Ömer’in komutanlarından Ebu Ubeyde bin Cerrah tarafından 636 yılında fethedilen Antakya şehrinde, fethin simgesi olarak, Habib-i Neccar ve İsa’nın iki havarisinin mezarının bulunduğu yerde bir cami inşa edilmişti. Bu bölge İslam fethinden sonra gerek savaşlar gerekse doğal afetlerle karşılaşmış ve bir çok defa el değiştirmiştir. İslam fethi sonrasına dair tespit edilebilen en eski yapım evresi Memlukler dönemine aittir.

1098 yılında Haçlıların eline geçen ve 1099’da Antakya Prensliği halini alan şehri Memluk Sultanı Melik Zahir Baybars fethedince camiyi yeniden yaptırmıştır. Caminin medrese duvarlarında üzerinde Baybars’ın adı olan bir kitabe bulunur. Depremlerden zarar gören cami ve minaresi birçok kez yenilenmiştir.

1- Câmiʿu’l-beyân/Taberî, el-Bedʾ ve’t-târîḫ/Makdisî, ʿArâʾisü’l-mecâlis/Sa‘lebî, Mefâtîḥu’l-ġayb/Fahreddin er-Râzî, Rûḥu’l-meʿânî/Âlûsî

Azrail’in Danasını Kurt Yemez!

Önceki içerik

Dikişe Başlarken

Sonraki içerik

Yorumlar

Yorum Yaz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir