Buhara şehrini gezmeye; kültürünü, tarihini ve güzelliklerini keşfetmeye kaldığımız yerden devam edelim. Şehri tadına vara vara, yavaş adımlarla gezdiğimizi fark etmişsinizdir. Özbekistan’ın her şehrinde, her sokağında bir başka güzellik, tarih, kültür ve ilim kokusu alırsınız. Ayrıca bazı ince ruhlu kişilerin gönüllerinden ellerine dökülmüş nice eserler bize, bir solukta tükettiklerimizin ötesinde heyecanlar yaşatıyor.
Seyhun ve Ceyhun nehirleri arasında kalan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Özbekistan’ın bölüştüğü bölgeye nehrin ötesi manasına gelen Mâverâünnehir denmektedir ve Buhara bu bölgenin en kıymetli kültür merkezlerinden biridir.
Bir önceki yazının devamı olarak bu yazıda Buhara’da bulunan; Kalan Camii, Mîr-i Arab Medresesi ve hükümdarları dize getiren Kalan Minaresi’nin de içerisinde bulunduğu Poi Kalyan meydanını ziyaret edeceğiz.
Meydana girdiğinizde solunuzda göreceğiniz Şeyh Abdullah el-Yemenî adına yaptırılan ve Dünya Mirası olarak tescillenen Mîr-i Arap medresesinde halen eğitim devam etmektedir.
İki katlı olarak inşa edilen bu medresenin her iki yanında bulunan, mavi çinilerle bezenmiş iki kubbenin sol tarafı medrese, sağ tarafı ise mescid olarak kullanılmaktadır. Medreseye Kur’an-ı Kerim’deki 114 sureyi temsilen 114 oda yapılmıştır. İşte burada susup bu zarafeti İslam medeniyetine bahşedene şükretmek geliyor içimden.
Poi Kalyan Meydanının sağ yanında Kalan (Kalon) Camii yer alıyor. XII. yüzyıla ait bir yapı. Geçirdiği savaşlar sonrası tamamen yıkılmış ve 1514 de yeniden yapılmış. Kalan Camii de tüm meydan gibi UNESCO tarafından Dünya Mirası listesinde yer almakta. Ancak ne yazık ki 12 bin kişilik bu camii 1924’te ibadete kapatılmış, bugün müze olarak kullanılıyor.
Karahanlı Arslan Han, Ulu manasına gelen Kelan ya da Kalan Camii yapılırken minaresinin özel olmasını; devrin ilmini ve ihtişamını, göstermesini istemiş.
Bunun için işinde ehil, yetkin kişiler aranmış ve caminin Beka adında bir usta tarafından yapılmasına karar kılınmış. Usta yaklaşık 47 metre yükseklikte 9 metre genişliğinde bir minare yapmak için çalışırken, minarenin yarısına gelindiğinde ortadan kaybolmuş. 2 sene boyunca da ortaya çıkmamış. Buna çok sinirlenen Arslan Han, Beka’nın bulunması emrini vermiş.
Arslan Han’ın huzuruna getirilen usta:
-Sultanım! Zemin, duvar ve duvarlar tam otursun istedim, sizden dileğim o ki beni bu minarenin gölgesine gömün eğer yıkılacaksa kabrimin üzerine yıkılsın, demiş. Minarenin temelinin oturması gerektiği için uzaklaştığını anlatınca Beka Usta bağışlanmış; 2 sene bekleyen yarım minare kısa sürede tamamlanmış.
Yaptığı bu yapıya güvenen Beka Usta, hakkındaki takdir-i ilahî vâkî olunca da kendi isteği üzerine minarenin kıyısına defnedilmiş.
Asırlardır ayakta duran bu minarenin birçok savaşa, saldırıya karşı ne kadar dayanıklı olduğunu öğrendik ama bu minare hakkında bir hikayecik daha var.
Rivayet edilir ki; Moğol istilası sırasında Cengiz Han her yeri tarumar etmiş fakat askerlerinin bu minareyi ellerindeki imkanlarla yıkamadıklarını öğrenince bir de bu yapıyı kendisi görmek istemiş. Geldiğinde minareye bakarken düşürdüğü miğferini vesile ederek;
“Şimdiye kadar bana kimse diz çöktüremedi sadece bu minare eğilmemi sağladı. Bu nedenle bu minareye dokunmuyorum.”, diyerek karşısında sapa sağlam duran bu abideyi yıkamama gerçeğine karşı böyle bir bahane söylemiş.
Özbekistan da hikayeler bitmez, gelecek yazıya yâ nasip diyelim.
Yorumlar