Osmanlı döneminde konakların dış cephesine hat levhaları asılırdı. Bununla yangın, deprem gibi afetlere karşı mekanların muhafaza olunduğuna inanılırdı. Aynı zamanda içinde ikamet edenlerin de korunduğu inancı şüphesiz kaçınılmazdı. Sanatlı yazılmasına bakılmaz manası önem arz ederdi. Ayrıca mirasçısına büyük dedesinden kalan konak, ona müslüman kimliğini de hatırlatırdı.

çeşme üzerinde “maşallah”
Günümüzde tarihi konaklarla, yapılarla karşılaşanlar bilir. Mekanın dış yüzeyinde bir maşaallah yazısını, besmeleyi görmek mümkündür. Mesela yâ mâlike’l mülk, ya hafîz gibi yazılarla da sıkça karşılaşmışızdır. Yazının kapak resmi olarak kullandığımız, esmaü’l hüsnadan olan ya mâlike’l mülk ismini iç ve dış mekan yazıları olarak görmüşüzdür. Aynı zamanda bu ibare, dünya sahnesinde bizlere birer emanetçi olduğumuzu hatırlatır. Mülkün gerçek sahibinin Allah olduğu, dünyanın geçiciliğinin idrakiyle de insanı baş başa bırakır.
Gelgelelim dış cepheye asılan yukarıda saydığımız ibarelerden biri olan Yâ Hafiz ismiyle ilgili anlatılan anektoda:

tahrible yerinden edilmiş “ya hafîz” yazılı kitabe
Rivayet odur ki;
İngiliz sefirinin Osmanlı zamanındaki yapıların dış yüzeyinde sıkça gördüğü bir yazı dikkatini çeker. Keçecizade Fuad Paşa’ya mekanın dışına asılmış olan Yâ Hafiz isminin manasını sorar. O da tüm nüktedanlığı ile şöyle cevap verir:
– Osmanlı sigorta şirketi poliçeleri.
Bunun üzerine İngiliz sefiri şöyle söyler:
– Cirosu yüksek bir şirket olsa gerek. Buradaki mekanlarda asılı olarak hep onu görüyorum.
O dönemlerde yerleşim alanları olan mekanlar şimdilerde tarihi yapılara dönüşmüş halleriyle hayranlık uyandırır. Kadim medeniyetimiz kültürümüzü yansıtan doğu batı senteziyle dünyaya açılan bir pencere olmaya devam ediyor. Her geçen gün iç ve dış ziyaretçileriyle eserlerin şahsiyetlerde bıraktığı izlerinin yansımasını görmekteyiz. Türkiye deyince kökleriyle inşa olmuş ve hala hayranlıkla tarihini seyir ettiren bir medeniyetin içindeyiz. Buram buram ecdad kokusu sarıyor etrafı adeta.
Mesela camilerimiz sadece mimari yapılardan oluşan bir ibadethane olarak tasarlanmamış. Yazı ve tezyinatıyla sanki kucak açıp bizi kendimize getiriyor. İrtibatta olmayı, geçmişle geleceğin bağlarını yerinde kurmayı öğretiyor gibiydi. Kubbe yazılarındaki ayet-i kerimeler dahi tesadüfi seçilmemiştir. Cami içi levhalar ve bunların asılacakları yerler bir nizam dahilinde olmuştur.
Yine tarihi mekanlardan biri olan ve hala ahşap dokusuyla ziyaretçilerini ağırlayan tekkelere rastlarız. Edeb yahu yazısı daha mekanın kapısından içeri girerken karşılar geleni. Adeta insanı haline, sözüne, sesine, kalbine çeki düzen vermeye davet ediyordu.
Hanelerdeki duvarın Hilye-i Şerif ile süslenmesi ise Efendimiz’in oraya teşrifi olarak düşünülürmüş. Levhanın üzerine zarif ince bir örtü serilir, Cuma gecesi dualarla açılırmış. Onun sayesinde (s.a.s.) mekanların ve içindekilerin korunup saadet getirdiğine inanılıyordu.
Camiler, tekkeler, konaklar ve evlerimizle birlikte çeşitli mimari yapılar iç ve dış cephesiyle yazılarla donatılmıştır. Hal böyleyken dışarı da ise çeşmeler, mezar taşları, türbeler, kitabeler sanki kendiyle hem hal olmaya çağırıyor insanı. Ecdadımız medeniyetimizle, tarihi eserleriyle dosta sürur düşmana korku salmaya yetiyor.
Agah ol, sen nasıl bir ecdadın evladısın! diyordu adeta bize.
Yorumlar