Sana verilen vakti boşa harcayamazsın. Her an, her dakika bir meşguliyetin olmalı. Üniversiteyi okurken bir yandan da çalışmalısın. Yetmez, fiziksel olarak da aktif olmalısın. Robot musun sen canım, biraz sosyalleş! Sinemaya git, kitap oku entelektüel birikimin artsın.
Vay be şu Protestan ahlakı dedikleri böyle bir şey olsa gerek. Allah’ın vaktini boşa harcama. Her anını dolu dolu geçir. Bu dünya hayatı için “yetişmiş eleman” ol. Kendi varlığını, seni yaratıp o vakti sana veren Allah’ını, seni ne için bu dünyaya gönderdiğini bir an olsun durup düşünme. İç alemine dönüp “vakit kaybetme”. Hep dünya ile bağlantı halinde kal.
Sizi bilmem ama Allah’ın vaktini boşa harcamamaktan bahsederken dünya işlerinde O’ndan tamamen soyutlanmak Bet’e ironik geliyor. Yapısında böylesine göz ardı edilemez bir tutarsızlık barındıran bir anlayış ve inanç şekli, insana hayatta bir çok işi aynı anda yapacak motivasyonu veremiyor. Şimdi bakalım bu tam zamanlı meşgalenin başka ne tarz sebepleri varmış.
Eğer sizi belli bir yaşa kadar kendilerinden başka kimseye muhtaç etmeyen aileniz size destek olmazsa kendi hayatınızı kazanmak için bir çok işi bir arada yürütmek zorunda kalırsınız. Bizim memleketimizde evlat kırk yaşına da gelse, anne-babası için parmak kadar çocuktur daha. Her koşulda evlatlarının arkasında duran ailelerin oluşturduğu bir toplumda Amerikalıların, çocuklarına reva gördükleri şu muamele kulağa zalimce geliyor.
Zalim demek ağır olabilir. Peki ama ne düşünerek böyle hareket ediyorlar? Kimse “Evladımı hayatta tek başına bırakıyorum.” diye düşünmüyor. Birincisi bu bir kültür gibi olmuş. “Her şey onların iyiliği için.”
Şimdi biraz olumlu tarafımı konuşturacağım. “Emek verirse değerini bilir.” şeklinde düşünüyorlar. İnsan hayatta arzuladığı yere tamamen kendi çabalarıyla gelirse oraya ulaştığında da kıymetini bilip şımarıklık etmez. Biz buna “hak etmek” diyoruz.
Öte yandan kişinin üniversite masraflarını kendisinin karşılaması, bu yükün altına girmesi bence muazzam. Bir kere, insan inanmadığı bir fikir veya arzulamadığı bir gelecek uğruna maddi veya manevi bir emek veremez. Daha üniversiteye hazırlanırken puanı yüksek olan bir bölümde okumak istiyorsa ona göre çok çalışır. Kazanınca da o bölümün bütün zor sınav ve projeleri için elinden gelenin en iyisini yapmaya gayret eder. Böyle bir arzu ve inanç, kişiyi büyük borçlar altına girebilmek için yeterince yüreklendirir diye düşünüyorum.
Hayatta ne istediğini bulamamış olan bir öğrenci ise üniversite sınavından aldığı puana göre hayatını şekillendirir. Puanının yettiği bölüme, vadettiği imkanlara ve geleceğe bakar. Sonra mevzu bahis bölüm için sarf etmesi gereken çabaya ve paraya gelir. Ve sonra “Değer mi?” diye sorar kendine. Vereceği cevaba göre ya üniversite okur ya da hayatta aradığını bulana kadar başka işlerle meşgul olur.
Türkiye’de iş imkanı kısıtlı olduğu için öğrenci, haklı olarak gelecek vadeden bölümlere yöneliyor. Gelecekte sağlam kazançlar sunan bölümlerin puanları da yüksek oluyor. Motivasyonu, parlak bir meslek olan öğrenci çok çalışıyor ve kazanıyor. Bir kısmı başarılı oluyor. Bölümün kendisine göre olmadığını anlayan öğrenci ise paranın verdiği motivasyonla el mahkum deyip tabiri caizse düşe kalka da olsa bir şekilde mezun olup sevmediği mesleği yapmaya başlıyor.
Diğer tarafta ise yüksek maaşlar vaat eden bölümlere puanı yetmeyen öğrenciler var. Bu öğrenciler için ise maaşı parlak olmasa da iş imkanı olan bölümler tercih sebebi oluyor. İşsizlik korkusuyla çalışanlar başarıyla mezun oluyorlar. Ancak girdikleri bölümle yıldızı barışmayan kalan kısım mezun bile olamıyor ya da o işi yapmak istemediğine karar veriyor. “Puanım bu bölüme yetiyordu.” diyerek üniversite okuyanları (bkz. Bet) konuşmaya hacet bile yok.
Hal böyle olunca üniversitelerin ücretli olması öğrencinin daha makul ve sağlam kararlar vermesini sağlar diye düşünüyorum. Yine de ailenin, çocuğu üzerinden desteğini tamamen çekmesi doğru gelmiyor. “Ben kendim çalıştım kazandım, o da kendi hayatını kendi kazansın.” Kendi, kendi, kendi… Bunun adına bireysellik diyoruz. Ne kadar özgür ruhlu, iradesi kuvvetli olsa da bir insan, hayatının bir aşamasında yaslanacak bir dağa ihtiyaç duyar. İnsan insana muhtaçtır. Yalnızlık Allah’a mahsustur.
Çok doğru bir söz insan insana muhtaçtır.İnsan insanın merhemidir.Bizim toplumumuzda çok şükür hala bu değerler yaşıyor.
çok şükür 🙂
Bir konu değil de birçok konu işlenmiş yazıda, yani bu kadar kısa bir metinle böylesine düşünecek hale getirmek… ve hepsine farklı bakış açılarını ekleyerek değinmeniz de ayrı bir güzellik katmış doğrusu!
Not: Ne kadar zevk aldığımı tarif etmek istesem yazıdan uzun olur galiba.
Kaleminize sağlık!