Ayak bileğindeki ipi didikleyen gagası kendi canını acıtıyor ancak tutsaklığından kurtulmasını sağlamıyordu. İri kanatların sebep olduğu esintiyi hissettiğinde darbelerin hızını ve şiddetini arttırdı. Karanlığın içinde bir şenlik ateşi gibi parlarken düşmanının onu kolayca bulacağını biliyordu. Çok geçmedi iplerden kurtulmasına an kala güçlü pençeler gırtlağına yapışıp etini yardı.
“Yardım edin!” Alçin acıyla bağırdı.
Yine yardımına kimsenin gelmeyeceğini bilerek uyandı. Yığıldığı soğuk topraktan başını kaldırdığında Tunay’ın bakışları ile karşılaştı. Kızın az önceki çığlığını duyduğunu, kara gözlerindeki tiksinti ve acımadan anlayabiliyordu. Köyden ayrıldıklarından beri bu ifadeleri orada çok sık görmüştü. Gözlerini tekrar kapattı, böylelikle kendisi için hissettiklerinin yansımasına bakmaktan kurtulacaktı.
“Dere kenarındaki uyku yetmedi anlaşılan.” dedi Tunay.
“Üzgünüm.” dedi Alçin doğrulurken. “Yine aynı tüşü1 gördüm.”
Gece ya da gündüz, rahat bir döşekte ya da bodur bineğinin sırtında, nerede olduğuna aldırmaksızın onu ele geçiren uyuşukluğun ardından gelen sanrılarda en iyi ihtimalle bilmediği hayvanları, ne konuştuklarını anlamadığı insanları görüyordu. Fakat çoğu zaman karanlığın hiçliğinde iki kartalın birbiriyle kanlı mücadelesinin içinde yer alıyordu. Kâh saldırıyor kâh ayağındaki ipten kurtulmaya çalışıyordu.
Tunay herhangi bir şey söylemek yerine eline bir bez parçası tutuşturdu. İçindeki kurutulmuş yemiş, tuzlanmış et ve küçük bir parça gömeçe2 boş boş baktı.
“Önündekileri ye de yola koyulalım. Günü neredeyse yarıladık.” dedi Tunay. Bir yandan da ateşin etrafına serdiği kıyafetlerin kuruyup kurumadıklarını kontrol ediyordu.
Alçin bir lokmayı yutmayı denerken “Üzgünüm.” dedi.
“Bunu söylemiştin.” diye Tunay mırıldandı. Etrafa dağıttıkları eşyaları ve kıyafetleri heybesine yerleştirmeye uğraşırken ona bakmamıştı bile.
“Kuyaş3 için üzgünüm.” dedi Alçin.
Hınçla heybeyi yere atan Tunay kıza döndü. “Abayın adını o korkak ağzınla kirletme sakın!”
“Oğuş’tan kovulmasını hiç istemedim inan bana.” dedi Alçin üzüntüyle. “Gök’e yemin olsun istemedim.”
“Ama seni köye geri getirdiğinde sürgüne gönderileceğini biliyordun.” dedi Tunay hışımla.
“Bilmiyordum. Büyükler beni cezalandırırlar sandım. Balasagun’a gitmektense yabanda kurda kuşa yem olmayı tercih ederdim. Hala da öyle.”
“Kuyaş’ı buna nasıl ikna ettin bilmiyorum ancak senin ruhların da efsunların da beni etkileyemez kızım. Tengri şahidim, kuşlar etimi lime lime etseler dahi seni Balasagun’a götürüp Aaca’ya teslim etmeden ölmeyeceğim.” Tunay sonra da abayı bulacağım, diye düşündü.
“Kuyaş için çok pişmanım. Asla senden böyle bir şey istemeyeceğim.” Alçin başını kucağına eğdi. “Gök’ün takdirini kabullendim artık.”
“İstersen kabullenme,” dedi Tunay kinle. Alçin’e ait olan iç gömleği kızın yüzüne doğru fırlattı. “Toparlan artık, geceye kadar Lepsi Çayı’na giden yolu yarılamalıyız.”
“Buraları biliyor musun?”
Tunay daha fazla öfkelendirmekten korkan Alçin kendi giysilerini heybesine tıkıştırdı. Köyünden bu kadar uzaklaşmamış olmanın verdiği tedirginliği dillendirerek kızdan bir avuntu bulamayacağını biliyordu.
“Hayır, bu kadar güneye hiç gelmedim,” dedi Tunay.
1. Tüş: Düş, Rüya.
2. Gömeç: Külde pişirilen ekmek.
3. Kuyaş: Güneş ışığı.
Hikaye çok akıcıcı ,sonunu şimdiden merak ediyorum.Ellerinize sağlık
İnşallah sonunu sokağımızda hep birlikte okuyacağız. Sizlerin de gözlerinize sağlık. 🙂