Güncel

Velinimet

3

10 yıl kadar Kapalıçarşı da çalıştım. Normalde mağazalarla beraber yirmi beş kişiyi bulan kadroda biz üç beş arkadaş daha çok müşteri hesapları, maliyet, üretim takibi, stok, etiketleme üzerine çalışırdık. Anlayacağınız işin bir nevi mutfak kısmı idi. Mağazalara giden ürün; sâdekar, mıhlayıcı, cilacı üçlüsü arasında gezdikten sonra bize gelir, son haliyle bizim mutfaktan çıkardı. Patronumuz biraz karmaşık bir insandı, bir iş verir sonra akşamın yedisinde mesai bitim saatinde golften çıkıp ofise gelir “malları getirin” derdi. Mal diye tabir ettiği şey bildiğiniz, mağazada satılacak ürünler.

Gün içinde yağdırdığı talimatlar, önceden verdiği yığınla işler, beğenmeyip düzeltin diye geri çevirdiği ürünler falan derken başımız epeyce kalabalıklaşır bir sıcak çay bile içemez, yemeğimizi iki arada bir derede tıkıştırmak zorunda kalırdık. Velhasıl kelam akşam yediden dokuza kadar yapılan işlere bakar, sizin saatlerce üzerinde çalıştığınız bir işi masaya fırlatır “boş iş” derdi. Bir de sorardı “Buna kaç dakika harcadın?” Yani, bunca vakit ne yaptın, oturur onu da hesap ederdi.

Siz tam eve giderken gelişine mi sinirlenesiniz, bin bir emekle yaptığınız işin bir anda harcanmasına mı karar veremez bir hâlde içinizden söylenirken, elinizde bütün günün emeği olarak duran bir kaç tabla(kuyumcu tepsisi) dolusu işin hangisinden dolayı fırça yiyeceğinizin hesabını yapmaktan da geri duramazdınız. Yaptığımız iş ise değerli taş, zümrüt, yakut, pırlanta, elmas, altın vs. üzerine. Yani öyle kıymetsiz bir şey de değil. Neyine güvenip bunca atar yapıyor anlayamazdık. Patronluğuna tabi. İşten kovardı sonra maazallah, aç kalırdık.

Bunları elbette “zalım patrondan ne çektim” moduna bağlamak için anlatmadım. Her ne kadar olayların içinde sinir küpüne dönmüş olsanız da biraz bulunduğunuz daireden uzaklaşınca işin hikmet boyutunu görmek hiç de zor olmuyor.

Orada çok şey öğrendim ama üç şey hepsine baskın gelmiştir.

Birincisi; Rezzak-ı âlem olan Allah’tır. Kul ancak vesiledir. Bunu bilmeden parası için bir zâlime boyun eğmek insanın haysiyetine yakışmaz.

İkincisi; müşteri velinimetimizdir. Nasıl olmasın tonla para verecek 🙂 Asla müşterilerimizi istediği bir şeyi zamanında yetiştirememek veya talep ettiği modeli yapamamak gibi sebeplerle eli boş göndermedik. “Hallederiz” düsturu ile hep bir şekilde biiznillah oldurduk. Hayatın içinde bunu değerlendirirsek, insan eğer elinden geliyorsa (kul hakkı dairesinde, helal haram gözeterek) ona çaresizce el açan veya ricada bulunan hiçbir insanı, “yapamam” diyerek kapısından boş göndermemeli, işini halletmeli, diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Kırılmış bir kalbi geri yapıştırmak zordur, izi kalır. Oysa yaptığınız basit bir iyilikten dolayı hissettiğiniz kalp huzurunu, iki cihan bir araya gelse Allah’tan gayrı kimse bahşedemez.

Üçüncüsü ise az önce de değindiğim; işin garip çelişkiler içindeki, vakti değerlendirmekle alakalı olan kısmıdır. Aylak aylak gezip gece işe gelen bir patron ve bütün gün didinip bir de üzerine azar işiten çalışanlar. Boş iş yapmak. Kapalıçarşı jargonuyla tabiri tam olarak budur.

Daha dünyada size üç kuruş maaş verdi diye zamanın sahibi havalarına giren ve dakikalarınızın hesabını tutan bir patrondan, hep bir şeyleri doğru yaptığını zannedip işin sonunda ömrünü heder, kendini beter olmuş bir halde bulanlara kadar her kesimden insan tanıdım.

Hakikaten iki şeyde yanılıyoruz. Biri elimizden alınmayacak sandığımız gençlik, gücümüz kuvvetimiz, henüz acziyete düşmemiş bedenimiz; diğeri ise boş vaktimiz. Vaktin boşu olur mu? O vakit insana dünyada olabileceği en iyi insan olabilme kapasitesine ulaşsın diye verilmiştir. Yaş ilerledikçe biraz kendimi yokluyor ve soruyorum, ne kadar vaktin var ve bu gidiş nereye?

Editör arkadaşım bazen “Sen sosyal medya hakkında yazıyorsun fazla nasihate girme!” dese de ekranın karşısında sohbet ettiğim dertli bir insan olduğunu kabul ederek, kendimi ihtiyar bir kimse gibi nasihat ederken buluyorum. Belki bu yazımı hazırlarken Doğan Cüceloğlu’nun vefatından duyduğum üzüntü de zaten kanamakta olan yarama tuz biber olmuştur.

Dünyaya ilim öğrenmeye geldiğimiz gerçeğini göz önüne alırsak; insanoğlu ya öğrenir, ya öğretir veya ikisini birden yapar. Sosyal medyaya o anda yapabileceğimiz, bizi geliştiren daha güzel bir iş varken sadece vakit öldürmek için girmek herhalde nefes olarak almamız gereken havayı yumruklamaktan öteye geçmeyecektir. Oysa ters akıntı bizi hedefimizden hızla uzaklaştıracağı gibi velinimetimiz olan vaktimizi de üstüne tonla para ödesek bile geri alamayacağız.

fatma yıldız
Sayılmayız parmağ ile Tükenmeyiz kırmağ ile Taşramızdan sormağ ile Kimse bilmez ahvalimiz. Erenlerin çoktur yolu, Cümlesine dedik beli; Gören bizi sanır deli, Usludan yeğdir delimiz Tevhid eden deli olmaz Allah deyen mahrum kalmaz Her seher açılır solmaz Bahara erer gülümüz.

    Güzeli Güzel’le Görmek

    Önceki içerik

    Hz. Zeyd b. Hârise

    Sonraki içerik

    3 Yorum

    1. Ne kadar da doğru… gerçekten sosyal medya ömrümüzü yiyipi bitiriyor.

    2. Bir tanıdığımiz patronu hint mutfağını seviyor diye te Hindistan’dan mutfak eğitimi almaya gitmişti. Çok ders aldım yazinizdan. Kalemle kağıtla not aldım. Teşekkür ederim kaleminize yüreğinize sağlık sıhhat.

    3. Mükemmel bir farkındalık içeren hikaye. Günümüzde “mobbing” – “Dugusal Manipülasyon” denen duygusal şiddet uygulamaları..
      NE ACI.
      NE KADAR HAKSIZLIK
      NE KADAR KUL HAKKI..

    Yorum Yaz

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir