بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحيمِ
Bismillahirrahmanirrahim
Merhaba sevgili okurlar, bu ayki yazımıza Yasin Suresi’nin 20-27. ayetleri ile devam ediyoruz. Geçen ay işlemiş olduğumuz ayetlerde (13-19) bir şehir halkı ile onlara gönderilen elçiler arasında geçen diyaloglardan bahsetmiştik. 20. ayetten itibaren de kıssaya devam edilmektedir.
20) Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi ve şöyle dedi: “Ey kavmim! Bu elçilere uyun.”
Kendilerine gönderilen elçilere suikast düzenlenmek üzere olduğunu haber alan ve şehrin öbür ucundan koşarak gelen bu zatın hitap şeklinden topluluk içinde tanınmış biri olduğunu anlamaktayız. Müfessirlerin ortak görüşüne göre bu kişi Habib-i Neccar olarak bilinmektedir ve marangozluk mesleği ile uğraşmaktadır. Habib-i Neccar’ın türbesi Türkiye sınırları içerisinde, Hatay ilimizde bulunmaktadır. Habib-i Neccar kavmini doğru yola iletmek ve büyük bir zarardan kurtarmak için adeta yalvarırcasına elçilere uyulmasını istemekte ve 21. ayette bu isteğinin gerekçesine vurgu yapmaktadır.
21) “Sizden hiçbir ücret istemeyen kimselere uyun, onlar hidayete erdirilmiş kimselerdir.”
Bu elçiler öyle kişilerdir ki; davet ettikleri gerçek imanın karşılığında dünyevi hiçbir amaç ve karşılık istememektedirler. Ayrıca âlim ve kendilerine güvenilen emin kişilerdir.
Bu ayette, İslam’a davet eden kişilerin özelliği nasıl olmalıdır, gerçek din âlimlerini sahte din âlimlerinden nasıl ayırt edebiliriz, onu öğrenmekteyiz aslında. Dünyalık hiçbir beklentisi olmayan, kendine değil sadece Allah Teâlâ’ya çağıran, kendine taraftar değil Allah’a (c.c.) kul olma amacıyla insanlara yol gösteren kişilerin gerçek alimler olduklarını görmekteyiz.
22) “Hem ben, ne diye beni yaratana kulluk etmeyeyim. Oysa siz de yalnızca ona döndürüleceksiniz.”
Nereden geldik biz? Nereye gideceğiz? Muhakkak bu soruların tek bir cevabı var. “Ol emri ile seni Yaradan, huzuruma gel dediğinde döneceksin.” Burada döndürülmek ifadesi kullanılmış. Bir yere dönebilmek için orayı öncesinde bilmek lazımdır. Buna göre Allah’tan (c.c.) geldiğimiz için yine Allah’a (c.c.) döneceğiz. Bu hakikate Allah Teâlâ (c.c.) Maide Suresi 105. Ayette şu şekilde vurgu yapıyor, “Hepinizin dönüşü Allah’adır.” ve yine Bakara Suresi 156. ayette başımıza gelen sıkıntılı durumlarda “Doğrusu biz Allah’a (c.c.) aidiz ve kuşkusuz O’na döneceğiz.” diyerek dua etmemiz buyuruluyor.
Ayetin ilk bölümünde Habib-i Neccar diyor ki; “Bana ne oluyor ki ben Allah’a (c.c.) inanmayayım. Benim yaratılışım buna uygun, fıtratımda (yaratılış kodlarımda) tek olan Allah’a (c.c.) inanmak var. Ben putlara tapmak için yaratılmadım ki.”
23-24) “Onu bırakıp da başka ilahlar mı edineyim? Eğer Rahmân bana bir zarar vermek istese, onların şefaati bana hiçbir fayda sağlamaz ve beni kurtaramazlar.” “O takdirde ben mutlaka açık bir sapıklık içinde olurum.”
Anlatılan topluluğun puta tapan müşrik bir topluluk olduğunu görmekteyiz. Put dediğimizde aklımıza taştan çamurdan yapılmış heykeller mi geliyor? Genellikle ilk olarak bu nevi şeyler gelir aklımıza ancak Kur’an-ı Kerim’in bütününe baktığımızda put, insanı Allah’tan alıkoyan her sevginin adıdır. Önceden taş ya da çamur olarak simgelenmiş olan şeyler, günümüzde dünyevi sevgilerin kalbimize yerleşmesi olarak ortaya çıkmaktadır ki bu diğer puttan daha tehlikedir. Muhakkak ki Allah’ı (c.c.) bırakıp bu tür sevgilerin peşine düşersek en büyük yardımcımızdan mahrum kalıp sapıklık içine düşeriz. Bu bizim fıtratımızda yoktur. Yolumuzu ve yönümüzü kaybederiz. Yönünü kaybeden insan aklını, vicdanını ve en sonunda da kendini kaybeder. Allah Teâlâ (c.c.) Haşr suresi 19. ayette buyuruyor ki;
‘’Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da kendilerine kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. İşte onlar, fasık kimselerin ta kendileridir.’’
25) “Şüphesiz ben sizin Rabbinize inandım. Gelin, beni dinleyin!”
Bu ayet ile ilgili müfessirler arasında iki farklı görüş karşımıza çıkmaktadır.
Bir grup müfessir ayetteki hitabın oradaki elçilere ait olduğunu ifade ediyor. Çünkü Kur’an’dan öğrendiğimize göre Peygamberler kıyamet günü ümmetinin başında olacak ve Allah (c.c.) bu şekilde onları sorgulayacak. Burada Habîb-i Neccâr, elçileri kendisinin imam ettiğine şahit tutmak istemiştir.
Bir grup müfessir ise ayetteki hitabda Habîb-i Neccâr’ın kendi kavmine seslendiği ifade ediyor. Tüm inkarlarına rağmen Allah’ın (c.c.) onların da İlahı ve yaratıcısı olduğunu, artık inatlarından vazgeçip kendisini dinlemelerini istemiştir.
26-27 ) (Kavmi onu öldürdüğünde kendisine): “Cennete gir!” denildi. O da, “Keşke kavmim, Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikram edilenlerden kıldığını bilseydi!” dedi.
Habib-i Neccar’ın bu sözlerinden sonra kavmi tarafından vahşice parça parça edilerek öldürüldüğünü tefsir kaynaklarından öğreniyoruz. Allah Teâlâ şehit olan o zatın gösterdiği duruş karşısında sahip olduğu yüce makamı bizlere gösteriyor. Ayrıca gerçek iman sahiplerinin içlerindeki merhametin büyüklüğünü gözler önüne seriyor.
“Allahu a’lem bi’s-savab” (Allah doğrusunu en iyi bilendir).
Allah’a (c.c.) emanet olunuz.
Yasemin hanım gönlünüze saglık , Rabbim ilminizi artırsın🌹
Çok güzel bir yazı olmuş. Kaleminize sağlık .