Edebiyatımızda Peygamber Efendimiz’den bahseden şiirleri genel olarak na’t şeklinde adlandırırız. Özellikle klasik Türk edebiyatında bu türün pek çok örneğine rastlamak mümkündür. Na’tın kelime karşılığı bir övme anlamı içerse de edebiyatımızdaki bu şiirleri aslında birer iltica gemisi olarak düşünebiliriz. Çünkü şairler bu şiirlerinde Efendimiz’i tavsif etmek için her türlü güzel kelimeyi ve söz sanatını kullansalar da yapmak istedikleri asıl şey kendilerinden O’na doğru bir yol bulmaktır.
Klasik edebiyattan bu güne na’t türünde pek çok dalgalanma ve değişiklik yaşanmıştır. Ölüm O’nun üzerinden övülmüş, “Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber?” denmiştir mesela. Kendisine edilen salâta bile anında mukâbele buyuran Efendimiz, aslında bir tık bile(!) uzağımızda değilken; şiirlerde, sanki bir yerlere giden O’ymuşcasına “Gel ey Muhammed” diye çağrılmaya başlanmıştır ya da. Bu şiirlerde iltica gemisi adeta sisler içinde kalmış hatta kaybolmuş gibidir. Şair O’na doğru bir yol bulmak istese de belki de saplandığı yerden çıkamadığı için peygamberi kendine çağırmaktadır. Yıllardır içimizde bir şeyleri uyandıran ve diri tutmaya çalışan bu şairleri elbette suçlamıyorum. Bu mısralar aslında değişen/değiştirilen peygamber tasavvurunun da bir yansıması olarak görülebilir. Siyer görünümlü biyografiler yazanların da bunda pek tabii emeği vardır.
Bu yüzyıldan bir örnek olan “Hastayım, hırkanı at üzerime/ Ya Muhammed” mısraları; Kerbela toprağında Su Kasidesi ile Efendimiz’i anlatan Fuzuli ve isyan denizinde boğulduğu için yardım isteyen “Dahîlek ya Resulallah” nidası ile karşılaştırabilir mi ya da özlemden yanan kalbine deva isteyen Yaman Dede ile beraber anılabilir mi bilinmez ama Lale Müldür bu şiirinin ismini “Kriz Zamanında Naat” koymuş; eser de antolojilerde çoktan yerini almış.
Şairin kastı kendinde saklıdır elbet. Yine de bu mısralar bütün bu değişimlere ya da dönüşümlere rağmen birilerinden, bir şeylerden belki en çok kendimizden kaçmaya çalıştığımız zamanlarda, içimizde gideceği yeri az çok bilen fakat batağa saplanmış olan bir sesin kendi usulünce de olsa muhakkak “dahîlek/sana sığındım” diyebileceğini gösteriyor.
demir nikabını kaldır mezar-ı pakindan
şu hasta ruhumu artık ayırma hakinden, demiş Mehmet Akif’imiz.